12 Mayıs 2013 Pazar

Ağlama

Dilsiz hikayeci ızdırabı benim yaşadığım şey. Hikayeler yaratıyorum hiçbir şeyden, dağlar kadar monologlar kuruyorum, yüzlerce insan üretiyorum iki şakağımın arasında; ne var ki dilimden dökülmüyor hiç biri, çünkü anlatımım yok. Belki tecrübesizlik, diğer bir değişle yaşanmamışlıktır, belki de gerçekten hikaye değildir aklımdakiler lakin her ne olursa olsun tek nihai sonuç yazamadığım.

Bu sene deforme oldum. Bunların en önemsizi fiziksel deformasyonum. İnsana olan bakış açımı yitirdim, yaşama dair beklentilerimi kaybettim, umursama kabiliyetimi gömdüm kendi ellerimle. Sadece iyi ve güzel olana dair bir açlık kaldı içimde. Heveslerim, heyecanlarım öldü, sesim karardı. Mental olarak sakatlandım. Çürüdüm bu sene, ve bu sadece dış görünüşümden belli olmuyor; insanlara yaklaşımım, tavırlarım değişti ve bu iyiye doğru olmadı.

Artık son bir ay kaldı geriye. Bir ay sonra elimde üç beş parça eşya ve yeni bir dünyaya adım atacağım. Sırtıma attığım bir ceket gibi geçmişimi taşıyacak olsam da yeni biri olmama yetecek kadar gelecek olacak avuçlarımın içinde. O hamurdan neler yoğuracağım bana kalacak.

Farkındayım, epey uzun zamandır sisli ve buhranlı bir tonda yazıyorum. Kötü haber şu ki bu tonun değişeceğine ihtimal vermiyorum. Bunun sebebi ise öyle veya böyle hayallerinden uzak bir adam olarak yaşamam. Herkesin gıpta ettiği bir şeyin bir öznesi olduğum zamanlar bile memnuniyetsizlik var içimde.

Etrafımda çeşitlerce renk var ve herkes ayrı bir ışık ama ben bir şekilde şeffaf kalıyorum. Demek istediğim herhangi bir rengi alabiliyorum üstüme lakin gerçekten sahiplendiğim bir renk yok. Biraz oradan biraz buradan topladığım ışıkları yayıyorum etrafıma. Ve tahmin ediyorum ki bundan yıllar sonra genç kuşaklara anlatılmaya değer bir adam olursam eğer kimse çözemeyecek ne derdim vardı. Çünkü ben de çözemedim henüz neyin acısını taşıyorum yüreğimde.

Belki de yanlış bir zaman diliminde doğdum. Eylemlerin değerli olup düşüncenin beyhude olduğu veya karşındakini iyi yönde umursamadığın bir dönemde yaşasaydım, daha detaylı söyleyecek olursam yaşamaya değer bir hayat için rekabet etmek zorunda olmasam ve bunun sebebi rekabetin olmaması olsaydı, basit bir adam olmanın her şeye yettiği bir dünya üstünde dursaydım belki de mutlu biri olabilirdim. En azından mızmız ve hoşnutsuz bir uyuz olmazdım.

Son zamanlarda sıklıkla öküz veya hayvan veya kıro olarak anılıyorum. Kabul ediyorum, kadınlara hitap eden bir adam değilim, incelik taşımıyorum veya istesem de narin ve şık biri olmayacağım, özümde nezaket olmayacak ama en düz tabirle çekilmez bir adam olduğuma da inanmıyorum. Uzak tutulmayı veya yok sayılmayı da hak etmiyorum. Veya anlayamıyorum bütün bu mesafeleri ben mi yarattım. Çirkin miyim yoksa soğuk mu veya itici mi davranıyorum kadınlara karşı?

Hayatımdaki bütün sıkıntıları kendi kendime yarattım. Allah'a şükür yokluk görmedim, yıkıcı pişmanlıklar yaşamadım, büyük büyük acıların pençesinde kıvranmadım ama hep sorun çıkardım kendime.

İtiraf edilmesi gereken bir şey daha var ki o da dengesizliğim. Gururunu ayaklar altına rahatça alırken beni görenle aynı ezik gururuna toz kondurmayan beni gören aynı kişiler oluyor. Ağızlar dolusu küfürler ettiğimi duyanlar benden nezaket dolu tümceler de duyabiliyor. Bu da beni arada derede, ehemmiyet taşımayan bir adam yapıyor.

Dış dünyamdan istediğim en son şey bile değil teselli. Hatta şu yaptığımı da zayıfça ve korkakça buluyorum. Erkekler ağlamaz sözüne inandığımdan değil ama ağlamayı kendime yakıştıramıyorum, tıpkı başka pek çok şeyi yakıştıramadığım gibi.