27 Ekim 2018 Cumartesi

Koşmak Ve Soluklanmak

Yanlışlarımızı görmekte zorlanıyoruz. Bunda her yanlışın doğuştan yanlış olmadığı gerçeğinin de bir rolü var, fakat asıl mesele yanlışlarımızı göremeyecek kadar koşarak yaşıyor olmamız. Burada üstünde durmak istediğim nokta yanlışlar değil, koşu. Kendi hayatlarımızı (en azından çoğumuz) bir aslandan kaçan bir ceylanın hızıyla koşarak geçiriyoruz. Hayat bu hızla yaşanmaz, insan bu daimi tempoyu kaldıramaz. Hayatlarımızda durup soluklanabileceğimiz boşluklara ihtiyacımız var.

Ben yakında beyaz yaka olacağım. Bugüne kadar da beyaz yakaları çok gördüm, aralarında bulundum kısa sürelerle de olsa. Bu depar hayat tarzı en belirgin şekilde, en göz önünde haliyle onlar tarafından tecrübe ediliyor. Bu insanların soluklanmaya ihtiyacı oluyor. Soluklanıyorlar mı? Hayır. Öyle bir imkanları nadiren oluyor.

Deparı yaşıyorsanız ve duracak alan bulamıyorsanız bir noktadan sonra koşudan kopuyorsunuz. Ya aslana yakalanıyorsunuz, ya düşüyorsunuz, ya bedeniniz iflas ediyor, ya intiharvari bir şekilde aslana rağmen duruyorsunuz. Ceylan da insan da bir yere kadar devam edebilir.

Bunları böyle karamsar karamsar anlatıyorum, çünkü koşu ve mola arasında bir sarkaç gibi sürükleniyorum, bir doğuya bir batıya, bir koşuya bir molaya yöneltiliyorum merkezim tarafından, hayatım tarafından. Bu yüzden de ne koşu koşu gibi geliyor, ne de mola mola gibi geliyor.

Bunlar belki de yavru bir kuşun, yuvasından yere ilk defa atlamadan önce aklından geçenlerdir, kim bilir?