18 Temmuz 2011 Pazartesi

Sıkmak Gökyüzüne Kuşları Düşünmeden

Şimdi siz benden bir şeyler anlatmamı bekliyorsunuz değil mi? En doğal hakkınız tabii. Peki ya desem ki, benim anlatacak bir şeyim yok. Bir kere de siz bir şeyler anlatsanız? Hadi anlatmadınız, bana söyleyin, ben anlatayım? Cık mı?

Ben normalde, bilen bilir, deftere yazıyorum bu tip şeyleri. Gir kapaklı var ya bir tane, o. Oraya böyle felsefik, süslü püslü, falan da felan yazıyorum. Arada bir iki kız falan okuyor, hoşlarına gidiyor, bir an için farklı çocuk oluyorum. Bunu böyle söylüyorum da, onları aşağılamak için falan değil ha, yanlış anlaşılmasın. Kendime böyle bir piç, bir pileyboy (evet, aynen okunduğu gibi yazdım, batıyorsa ingilizce blog okuyun) havası yakıştırdığım da yok. Bu sadece oluyor. Aslında tüm söyleyeceğim, o anın tadını çıkarmak güzel. Bu kadar.

Kendimizi kandırmayalım. Halk tabiriyle "götümüzün kalkması" hoşumuza gidiyor. Ego tatmini dediğimiz şeye karşı bir direncimiz yok. Olamaz da zaten. En fazla oto-sansürle tepkini kısıtlarsın. Ama içinde şişmiş bir balon her türlü oluyor.

Merak ettim şu an, acaba iyimser bir insan mıyım, kötümser mi? Söylesenize la. Bilemedim şimdi. Ya da tatlı çocuk mu, itin teki mi? "Aaaaa, olur mu öyle şey?"i cevap olarak kabul etmiyorum. Arada takılıyor kafama çünkü "ben kimim" sorusu. Hatta bunun hakkında yazmış olmam lazım bir ara, hatırlıyorum.

Müzisyenlik güzel şey ya. Yeteneğim olsa yapardım, yeminle. Bana uzaktan takdir etmek kalmış ama, gökteki büyük adam ne derse o. Ama hakikaten, özeniyorum ya. Güzel iş çünkü. Yani sırf ne iş yaptığımı sorduklarında bile "müzisyenim" diyebilmek için bile müzisyen olasım var (selam Kesici).

Hani bir an geliyor, böyle yalnızlık yüzüne vuruyor, ama böyle tokat atar gibi değil, profesyönel boksör hesabı, süper bir sağ kroşe atıyor, o çok fena. Bir de ilk başta acımıyor da, yavaş yavaş, uyuşarak acıyor. Sevimsiz bir şey.

Bir de zamanın ucunu kaçırmak var, pek sinsi. Hızlı tren gibi, bir bakmışsın bir yerde oturuyorsun, veya yatıyorsun, neresi olduğunu bile anlamıyorsun, kimlerleydin hatırlamıyorsun, hatta üstüne ne giymişsin onu bile bilmiyorsun. Genelde başın ağrıyarak kendine geliyorsun. sinsi bir şey ya, pis, çirkef (selam Akdikmen), uyuz bir şey.

Türkçe de güzel dil. Kelimeler güzel. "Yakamoz" güzel, "Manidar" güzel, "Özlemek" - "Özlem" (selam Kahyaoğlu, Uğun, Kabaoğlu) vs. güzel, "Kıvılcım" güzel... En güzeli ama "Mehtap" bence.

Dükkanı da kapayasım var. Yatağa akayım diyorum, şöyle bir uyuyayım. Artık ne zaman uyanırım Allah bilir (selam Ügümü). Kendinize iyi bakın.

Not 1: Bu yazı uykusuzlara (selam Ügümü), sırtı veya başı ağrıyanlara, İstanbul'da olan herkese, Türk rakçılara (yazım konusunda daha demin bir şeyler söylemiştim) (selam Kesici, Filiz, Şerbetçioğlu, Mutlu), kibirli sokak kedilerine, kadınlarıyla kavga etmiş olan erkeklere, İzmir sokaklarına, Göçek yıldızlarına, kamera görünce el sallayan insanlara, kumarbazlara ve küfürbazlara ithaf edilmiştir.

Not 2: Bu yazı yazılırken bünyeye zararlı hiç bir madde tüketilmemiştir, lakin yakın zamanda tüketilirken (ayıptır söylemesi, alkol) yazma girişimleri düşünülmektedir.

8 Temmuz 2011 Cuma

Eğer Bir Gece Yarısı Bir Çocuk Karanlığa Konuşursa (Alternatif Yaşamlar)

Genelde bir şeyler yazarken dikkatimi dağıtacak hiçbir şey istemem. Hiçbir şey aklıma girsin istemem. Bir şeyden ilham alarak histerik bir şekilde defalarca yazdım, o ayrı bir şey. Ama bazen bir başlangıç noktası çalıyorum kendime; bir şarkı veya bir söz gibi.

Ve şu an ne diyeceğimi bilmiyorum. Klavyemin pisliğine bakıyorum, sırtımdaki soyulan derileri yırtıyorum, düşünüyorum, ne düşündüğümü fark etmeden veya hatırlamadan düşünüyorum, ama yazacak bir konu bulamıyorum.

Ben aslında bukalemun gibi bir hayat istiyorum (evet evet, nereden nereye). Durumu size şöyle anlatayım; bohemce düzenlediğim evimden çıkıp, Mustang'ime atlamak, deli gibi uzun yol yaptıktan sonra deri ceketimi arabada bırakıp, bir yerlerden bir takım elbise bulup bir barda veya gece kulübünde eğlenmek istiyorum.

Her gün biraz daha büyüyoruz. Her gün, her saat, her dakika, her an bize bir şey katıyor. Dinlediğin her şarkı, okuduğun her köşe yazısı, konuştuğun her konu, yaptığın her kaza, bize bir şey katıyor. Ve ben artık bir yetişkin olabilmek istiyorum, bu da şu demek; bağımsız hareket edebilmek, her hareketimin sorumluluğunu almak, kendi düzenimi kendim kurmak. Beni geriye çeken tek bir şey var ancak; o da bu işe şimdi kalkışırsam kesin çuvallayacağım. O kadar hazır değilim daha çünkü, o kadar donanımlı veya iradeli değilim, hala daha kendimce uçarılıklarım, üşengeçliklerim, çekingelerim var.

Hayatlarımız ellilerdeki gibi olsa güzel olurdu bence. Tamam, teknoloji yok, hayat daha zor, o devrin sıkıntıları çok, kadın-erkek eşitliği yok, ırkçılık var, falan da filan, ama yine de bana günümüz koşullarından daha iyi, günümüz dünyasından daha güzel geliyor.

Bazen gerçekten ne hakkında yazacağımı bilemiyorum. Bazen dönüp dolaşıp aynı şeyleri yazıyorum gibi geliyor. Bazen beş on cümleyi saniyeler içinde yazıp, aynı hızla çöpe atıyorum. Yazarlar için tipik galiba, yine de ben alışamadım bu duygulara.

Bazı konularda çizgiler çok keskin oluyor. Mesela sporda. Ya kazanırsın, ya kaybedersin. En ekstra berabere kalırsın. Ya iyisindir, ya kötü. Ya da mahkemeler, ya suçlusundur, ya da suçsuz. Bu yüzden de mücadele etmek zorundasındır. Mücadele çılgınlığa yakındır zaten. Ne kadar çok mücadele edersen, o kadar sükunetini, düşünme yetini kaybediyorsun.

Kendimi filmlere vurdum son son. Kıştan beri beklettiğim filmleri teker teker siliyorum izleye izleye. Bu saatten sonra gerçek bir hikayesi olmayan filmlerle vakit harcamak istemiyorum. Belki de bağımsız sinemaya vururum kendimi.

İnsanoğlunun her şeyinde bir kontrast var. Zekasında, hayal gücünde, tavırlarında, bedeninde, inançlarında... İki zıt kutup üstünde oynayıp duran, gide gele kontrastları olusşturan bir sistem bu.

Şu an yazdıklarım doğru mu, yanlış mı, mantıklı mı, güzel mi, değil mi umursamıyorum. Öyle yazıyorum, biraz alışkanlık, biraz zevk, biraz da ihtiyaçtan.

Artık bitirsem mi diyorum, fikirlerim iyice sivrisineklere döndü zaten, parmaklarımın arasından kaçıp duruyorlar. Belki de bugün şu yaşlı esnaf hacı amcalar gibi yaparım, yavaşçana kalkarım sandalyemden, ağır ağır yürürüm, dükkan kapısından çıkar bir de kilitlerim, son olarak da kepenkleri indiririm, yine ağır ağır.

1 Temmuz 2011 Cuma

Bir İlkbahar Sabahıydı

Genç oğlan sarışındı
Altmışlardan gelen bir sinema yıldızı gibiydi
Diğer bir deyişle sapına kadar bir serseri
Genç kız esmerdi
Sanki büyümüş de küçülmüş
Bir diva gibiydi

Bir ilkbahar sabahıydı
Şehir cıvıl cıvıldı
Oğlan araba sürüyordu
Demiştim ya
Altmışlardan gelen bir sinema yıldızı gibiydi
Kız şık bir kafedeydi
Oğlan kafenin önüne çekti
Arabanın üstünden atladı
Tıpkı altmışlardaki gibi
Kız oğlana baktı
Oğlan pek oralı olmadı
Oğlan o sabah çok iyi göz boyadı

Bir Eylül gecesiydi
Şehir ışıl ışıldı
Kızla oğlan kol kolaydı
Her şey film gibiydi
Caddeni ortasında sarhoş gibi
Sekizler çizdiler
Yıldızlar yoktu ama elektrik direkleri vardı
Gece gece değil gençlik masalıydı

Bir kış sabahıydı
Şehir buz tutmuştu
Oğlan bir pardösü giymişti
Kızın kabanı vardı
Sırtları dönüktü birbirlerine
Adım atmaya cesaretleri yoktu
Oğlan ağlamayacaktı
Tek sebebi altmışlardaki film yıldızı olmasıydı
Kız da ağlamıyordu henüz
Çünkü gözyaşları yatak odalarına
Pembe yastıklara özgüdür
Yarınki güneşi düşünemiyorlardı
Bugünün bulutları var olan tek şeydi çünkü