11 Ocak 2018 Perşembe

İpin Ucu Koptuğunda

Elimi hareket ettiriyorum; yerden göğe doğru, önce alıyor sonra veriyorum. Yüzümü kendime döndüğüm zaman kanım soğuyor. Ne kadar soğuk, ne kadar kalabalık, ne kadar vahşi ve ne kadar canlı. Yeni bir gün doğuyor fakat ben hep benzer bir şekilde uyanıyorum. Burada sabahları güneşin sarısı mat oluyor. Bu şehrin hayvanları yok, üstüne ilk defa düşünüyorum ve bu gerçek beni mutsuz ediyor. Ne martılar, ne kediler, ne güvercinler; hiçbiri yok. Burada olan şey yüzler, dünyanın dört bir yanından yüzler var burada. Ruh halimi işitsel olarak kendime yansıtıp aralarından geçip gidiyorum. Dünya istediği kadar farklı olabilir fakat bazı şeyler hep aynı. Bu ifade, bu yargı bende dalgalar teorim kadar, öl ya da öldür mantığım kadar yerleşik artık. Değişim ne kadar güçlü ve kapsamlı olursa olsun, ufak bir miktar değişime direnmeyi başarıyor. Hiçbir şey yüzde yüz değişmiyor. Yakın tarihimde en çok yalnızlığımı görüyorum. Bir el, belki kendi elim, beni aşağı itiyor ve düşüyorum. Bazı metaforları çok sık kullanıyorum; sınırlarımı çok uzağa itemiyorum belli ki. Bir başka mesele olarak da hep kendimden söz ediyorum. İstisnalarım da var elbette ama ister aritmetik ister geometrik ortalama al, sözlerimdeki ezici çoğunluk beni içeriyor. Belki narsizim, belki de değil, o kadarını düşünmüyorum. Ne kadar güzel, ne kadar dingin, ne kadar yumuşak, ne kadar sade, ne kadar hafif, ne kadar özgür. Olan bitenden kopabiliyorum, mazur görün. Aklındakileri kovalayarak geçen bir ömür, özünde çok yorucu. Fakat yorulmazsa çıldırır insan. Umarım sadece akıllı gözüküyorumdur, çok akıllı değil. Çok akıllıyla bağlantı kuramaz insan. Çok akıllı bile çok akıllıyla bağlantı kuramaz. Bazen direksiyonu bilinçaltıma teslim ediyorum. Beni doğru yöne götürmeyi başarıyor, nasıl ben de bilmiyorum. Küçük ve ağır adımlar metanetle ve emniyetle götürür insanı gideceği yere. Emniyeti güvenlik olarak almayın, sağlamlık olarak alın. Bir figür, bir tip yaratmak kolay, zor olan bir insan yaratmak. Monoton bir sesle yazıyorum çünkü şu an o monoton ses doğal hissettiriyor. Lütfen unutmayın; önünüzdeki bu metnin öteki ucunda yirmi üç, bilemedin, yani en fazla yirmi dört yaşında biri var. Gidişat doğru olabilir fakat bilgi eksik yani. Belli bir şeyin içinde ne kadar kayboldunuz bugüne kadar, en derin nereye gittiniz? Benden soruya cevap beklemeyin, çünkü ben de sizin cevabınızı beklemiyorum. Soru sadece sizi ilgilendirir. Başka kağıtlardan kopya çekmeye çalışmayın. Kusura bakmayın, bir şey mi diyordum? En başta neden anlatıyorum ki? Aslında ben kendimi biliyorum. Fakat işte dedim ya, olan bir şeyin aynı zamanda olmayanı hep kalır bir miktar da olsa. Her zaman için bir miktar bilmediğim şeyler olacak kendi hakkımda. Yine elimi gezdiriyorum, soldan sağa, soyut bir varlığı takip ederek. Sanırım bazı yontulmuş yanlarımı tekrar kabalaştırıyorum burada. Her gün aynaya bakarsan ne kadar değiştiğini anlayamazsın. Çok konuşursan insanları sıkarsın. Bazen konuşmazsan sen sıkılırsın. Sıkılırsan dikkatin dağılır. Dikkatin dağılırsa anlamazsın. Anlamazsan başarısız olursun. Evet, dışarıdan bakınca pek de Türk'e benzemiyorum. Boşnak kökenliyim, o yüzden. Fiş de istemiyorum. Yine geçtim gece yarısını. Başka başka şeyler düşünüyorum. Gene çok dağıldım, arada mutlaka boş  yaptım. Belki sadece uzun olsun istiyorum bu yazdığım, böylece içimde dökecek bir şey kalmaz, temizlenir içerisi ve yattığımda daha hafif olurum, belki o kadar hafif olurum ki yatağın yüzeyinden biraz daha havada dururum. Bütün bu laflar nereye geliyor biliyorum fakat nereden geliyor onu bilmiyorum. Neresi derken açık adresten söz ediyorum. Çok şükür gördüğüm şeyi anlayabiliyorum. Sonuçlar yine tatmin edici değil. Olsun, nihayete erince, süreç en iyi ihtimalle güldürür, en kötü ihtimalle ağlatır, bundan da başka bir değeri kalmaz. Bakın, hepinizle aynı şeyi göremiyorum, dolayısıyla sizle aynı görüşü paylaşmıyorsam kızmayın bana. Görüş denen şey zorla öğrenilmiyor, çok yavaş bir sürecin ardından oraya varıyorsun. Sanırım metaforlar dışında aynı kelimeleri de çok sık kullanıyorum. Galiba rekora koşuyorum. Rekora koşmak şu an benim için ne iyi bir sonuç, ne de iyi bir fikir. Takıntılarımı obez olana kadar besliyorum. Ne kadar garip, ne kadar bulanık, ne kadar anlamsız, ne kadar anlık. Hatta ne kadar sıkıcı, çünkü cidden, benim bile aslında kendi kelimelerime bu kadar vaktim yok. En çok kendimi eleştirmeyi seviyorum mevzu bahis eleştirmekse. Sanırım belli konu, durum ve olaylar var ki onlarda başkalarını hiç umursamıyorum. Kusur mudur bilmem. Cidden, nerede duracağım? Buradaki çok süslü kilise gibi halim; yirmi üç yıldır inşaat halindeyim, bir yirmi üç yıl daha da sürecek, yani galiba. Vaktini öldürmek de değil, yok etmek için yapabileceğin o kadar çok şey var ki. Gözlerim kapanıyor. Elim hareket ediyor; yukarıdan aşağı doğru, sona erer gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder