15 Kasım 2018 Perşembe

Şikayet (Uygunsuz Dil İçerir)

Sadelikte fayda var. Kendi yediğim boktan biliyorum; bir kaç ay önce şu sayfayı okumanın eziyet olduğunu sen de biliyorsun, ben de biliyorum.

İstiyorum aslında ya; adam akıllı bir yazar olayım. Kendimden Oğuz Atay ya da Sabahattin Ali olmayı beklemiyorum fakat iki kitaplık kıytırık (gerçi kime göre neye göresi var bunun, iki kitapla efsane olanı var, kitap yazmanın asla ve kata hafife alınmaması gerektiği var vesaire) (ki öte yanda cümleye böyle girmeme sebep olanlar da var ama neyse) bir yazar olmak da istemiyorum. Hakkımızda hayırlısı artık.

Yazmaktan başladım konuya ama şu aralar da yazamıyorum. Yani öyle bir noktadayım ki kafamı kaşıyacak bir zaman aralığı bulduğum anda müptezel gibi sarılıyorum, dibini sıyırana kadar kullanıyorum. Öyle olunca ne yazmak kalıyor ne başka bir şey. Şimdi varsa yoksa hedef vur. Ki lazım, hayatı beleşçilikle, tüketicilikle geçirecek halim yok. Ne pamuklara sarılıp sarmalanmak istiyorum, ne de kolaydan ilerlemek istiyorum. O göt sıkışacak mecbur ve razıyım. Malum, sıkışıyor da zaten.

Esip gürlemek kolay tabii; elde ne var? Kendi çapında hatırı sayılır başarılarım var var olmasına da artık bugünde, bu yaşta yeterli değil. Bu yaşa yetecek başarım var mı peki? E yok. Yani somut başarı yok. Her neyse, ne dedik, o göt sıkışacak.

Gerçi öyle bir devirde yaşıyoruz ki, kaçımız kendimizden memnunuz ki? Şunu okuyan en fazla 20-30 kişi, bir sorun kendinize; kaçınız kendine bakınca ben iyi gidiyorum diyebiliyorsunuz? Devirdiği yıl sayısı az buz olmayanlar için evet demek daha bir kolay olabilir ama akranlarım (bu kelime de sik gibi bir şey, yazarken tiksindim), kendinizden memnunsanız eğer, nasıl memnunsunuz lan? Bana çok kör topal ilerliyorum gibi geliyor da ondan soruyorum. Büyüme sancısı herhalde, ama bu boku da 13 yaşımda falan bıraktım sanıyordum.

Bir de şu var; bilgi birikimim iyidir benim. Dolayısıyla yazarken, konuşurken, düşünürken ne zaman kolpaladığımı görebiliyorum. Göremeyenler de var. Bir de göremeyip kolpalarının üstüne bir şeyler inşa edebilenler var, hatta o kolpalar yıkılmıyor, öylece devam edebiliyorlar. O insanları hiç anlamıyorum. Bu insanlar illa kötü insanlar değiller, sevmiyorum da demiyorum, arkadaşlarımın falan arasında da varlar ulan, ama anlamıyorum.

Bu sefer kısa kesmiyorum. Kendimi bir montajın içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum çünkü; hani filmlerde hikaye için gereksiz olan zaman dilimini izleyeni hikayeden koparmadan atlatmak için kullanılan montajlar var ya, o şekil işte. Kafam açık ya şu an; açıktan kastım anlatmak istediklerimi güzelce kurabiliyorum kafamda. Bu montaja rutin denemez ama; her hafta tırt bir sit-com gibi hafifçe farklı bir temada ilerliyor çünkü. Rahmetli Kemal Sunal demişti Hababam Sınıfı'nda, onun ve tanıdığım orta yaşlı ve yaşlı insanların sesiyle duyuyorum o repliği; tünelin ucu bombok bir yere çıkıyor.

Amma şikayet ettim. Ömrümün güzünde de değilim daha. Dedim ya, daha götüm yeni sıkışıyor. Daha buradan şikayet edeceksem ben siki tutmuşum. Neyse, benim bir nevi olayım budur zaten; sorun bazı arkadaşlarıma, şikayet ederek, söverek çalışırım ben.

Bu zamanları özleyeceğim ama. Şimdi sorsan neler yaptın diye, pek bir şey anlatmam ama bugüne kadar ne anlattım ki zaten? Ben George Orwell ya da Virginia Woolf falan değilim ki anlattıklarımdan bir ders çıkarın, yazdıklarım size bir şeyler katsın (bir derecede katıyordur da ne kadar faydalı olduğu konusunda iyimser değilim) (kötümser de değilim gerçi) (kayıtsızım denebilir). Bunda sanırım kendimi bir hıyar olarak görmemin etkisi var.

Ulan it diyeceksiniz şimdi, ulan it daha ne istiyorsun hayattan? Daha istediğim bir şey yok, gayet şükran doluyum zaten. İçimde var dedim ya, şikayet etmek istiyorum sadece. Milyonluk jetleri, malikaneleri, onar onar şirketleri olan insanlar bile şikayet ediyor. Demek ki şikayet etmek bir ihtiyaç. İlla kastetmen gerekmiyor, sadece kendini rahatlatmak için de yapabiliyorsun.

Serde biraz sabırsızlık da var. Ama bence bu benim neslimle alakalı, sadece benim bok yemem değil yani (ki büyük ölçüde kuşağıma uymayan bir hıyarım ben). Benim neslimde bir sabırsızlık var. Kendi adıma sebep olarak boşlukta kalmaktan nefret etmeyi gösteriyorum. Demin de dedim, boş vakti olmayan adam, kadın, ibne (pardon eşcinsel) (çok irite edici oldu biliyorum, fakat biraz da buna kastediyorum çünkü çok hıyar bir haldeyim şu an) veya her neyse işte, boş vakti olmayan yazamaz ki zaten. Yazmak da aslında bir noktada bana boşluktan kaçış sunuyor.

Hıyarın üstüne bu kadar vurgu yapıyorum zira günümüzde hıyar olmak bir nevi yasak. Eskiden bir hıyar ya da göt olmak bu kadar dikkat çekmezdi. Daha açık söyleyeyim, pek fazla kişi siklemezdi hıyarları, götleri. Fakat yine benim kuşağın bok yemesi; pek bir hassaslar (gören de beni baby boomer sanacak, tripleri kes). Katlanamıyorlar hıyarlara, götlere.

Her neyse ya, kendi bokumu böyle kürek kürek döküyorum da kaçınızın durumu benden iyi ki? Demek istediğim, özellikle iyi ya da kötü bir durumum yok. Çan eğrisinin x ekseninde, belli bir miktar sağ taraflarda (soldan sağa kötüden iyiye gibi düşünün) bir yerlerdeyim. Derdim günüm iki kelam laf edeyim de kafam kurcalanmasındı. Bunu da hallettik çok şükür. Canım sıkılırsa (laf ola gibi değil, hakkaniyetli sıkılırsa) buna benzer bir şey yazarım gene buraya. Ki bugüne kadar da az yapmadım, yani er ya da geç kafa sikmeye dönerim.

12 Kasım 2018 Pazartesi

Çok Sayıda

Durduğum yere ışık loş vuruyor
Belki de üstüm başım sıkıntı içinde diyedir
Bir ses yüzüme yüzüme vuruyor
Duyduğumu anlamamak kimin kabahati
Dakikalar bastonla yürüyor
Belki de fazladan yaşlanıyorum diyedir

----

Ya ben bu sokakları, bu balkonları
Bakımsız lokantaları ve bisiklet yollarını
Bu şehrin güvercinlerini tanımazken
Kestirme yollarını bilmezken
Sahilinde bir bira içmemişken
Daha çok seviyordum
Ya da hafta hafta yaşamak
Sıcaklığı çalıyor insanın gönlünden

----

Fidanlar gibi büyüyoruz aslında
Kökümüzü tohumumuz toprağımız
Dallarımızın yönünü güneşimiz belirliyor
Büyürken, yükselirken
Bazı yanlarımız gölgede kalıyor
Kırılıyor ya da çürüyor bazı dallarımız
Bir yanımızın yaprakları hep daha yeşil
Daha güzel çiçekleri
Suyumuza göre sağlığımız
Havamıza göre ömrümüz
Biz nerede nasıl büyüdüysek
Tohumlarımız da ona göre oluyor
Bazen yapraklarımız sararıyor
Ama yenisi geliyor yerine yine yemyeşil
Yine de bir gün geliyor
Son yapraklarımız sarı oluyor
Gövde çürüyor, kökler ölüyor
O fidanlar toprağa düşüyor

----

Rüyalarımda bile bırak koltuğu kanepeyi
Bir taburede oturup soluklanamıyor
Gökteki bulutlara bakamıyorum
Ben şimdi hangi gün hangi saatte
Kafamı kaldırıp da bir nefes alayım