28 Ağustos 2021 Cumartesi

Dümdüz Yazı - Sıfır Olağandışılık

Şu sıralar fazla okunmuyorum ve bu durum canımı sıkıyor.


Şaka, şaka.


Hiçbir zaman fazla okunmadı burası ve ben bu fikirle barışığım. Konuşmak istediğim zaman konuşuyorum. Çok şükür özgüvenim zedeli değil; çünkü Dünya öyle bir yer ki yıkılmaz denen dağlar toza dönüşüyor, sökülmez denen ormanların yerini çöller alıyor, düzenler ölüyor ve çirkinliker semiriyor. Bugün elimizde iyi olan ne varsa, elimizdeki iyiler için mutlu olmamız gerekiyor.


Burada önemli bir ayrımda bulunacağım. Şükretmekten söz etmiyorum. Şükretmeyi sikeyim. Çünkü bizim şükrettiğimizi görenler, bizden daha da fazla çalıyor ve ona şükrettiysen buna da şükret diye bizi koşullandırıyor. Var olanlarımla mutluyum diye olmayanlarımı talep etmeyeceğim anlamına gelmez. Sömürenlerin canı can ama biz bostan korkuluğu muyuz ulan? Siktirsinler.


Durağanlaşmış hayatım ivme kazanmaya başladı. Kazanmakta olduğum ivmeden gerçekten memnunum. Çünkü hayatımda kendimi hazırladığım yol ayrımlarına yaklaşıyorum. Hayatımın her alanını planlamış bir kuklacı değilim; ama hedeflerime üç aşağı beş yukarı yaklaşıyorum.


Ben içime dönmeden, kendime kapanmadan yazamıyorum. Ve öyle bir dönemdeyiz ki, dışarısı insanın içine tecavüz ediyor. Kendine kendini ayıramıyorsun çünkü bedeninin dışında hep bir ses var, hep bir eylem var. Dışarısını dikkatini çalmadan bir gün geçiremiyorsun. Deneyimlerimi dökmek istediğim dönemde denetim topluyorum; çünkü dönem bana deneyim kusuyor. Gece gördüğüm bir rüyayı anlatır gibiydim; şimdi uzak bir anıyı hatırlamaya çalışıyorum.


Odaklanmam da yok oldu. Tek oturuşta film dahi izleyemez oldum. Dolayısıyla kendimi ifadem de bölünüyor.


En azından önümdeki üç haftanın sıra dışı olacağını biliyorum. İhtiyaç duyduğum yenilikleri, değişiklikleri zirveye çıkartacak üç hafta. İnsan yolunda yürürken her zaman önüne bakamıyor ama ileri bakmakta fayda var. Belki hayatınızın ofis masası dönemindesiniz, belki kaldırım üstü dönemindesiniz. Yüksek bir dalganın tepesinde dalgayı da sürüyor olabilirsiniz, yerin altında aşağı doğru kazıyor da olabilirsiniz. Biz sabit kalmıyoruz. Hiç birimiz sabit kalmıyor. Mesafeyi kat etmeye son vermemek lazım.


İtici bir motivasyon konuşmacısı olmaya çalışmıyorum. Devrimci de değilim. Beyaz yakayım mesela, modern köleyim, aşağılık bir sınıfım. Gün gelecek beyaz yaka toplu olarak kim olduğunun bilincine varacak ve o gün büyük bir değişiklik olacak. Ama o gün uzak. Ve o yüzden değişime açık olanlar, deüğişmeyi bilenler, değişmeyi isteyenler beyaz yaka olmuyor. İstisnaların kaideyi bozmadığını unutmadan itiraz edin bana.


Ama zaten, tekrar ediyorum, okunmuyorum. Dolayısıyla ne dediğimin önemi yok. Şuracıkta kesebilirim bu metni ve kim bana nasıl itiraz edebilir ki? 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Türk Gençliği

Dünya bir restoran olsaydı, biz aşırı çalışmış, bitkin ve öfkeli garson olurduk. Bir lokma da kendi yiyebilmek için harap olan, hem mutfağın kaosuyla hem müşterilerin ağız kokusuyla uğraşmak zorunda kalan, patronunun asla umursamadığı garson olurduk. Ne ailemize ne arkadaşlarımıza vakit ayırabilirdik. Birileri sürekli bize bağırdığı için, aşçının ya da patronun hatası yüzünden sürekli suçlandığımız için sinirimizden çatlıyor olurduk. Sürekli ayaklarımızın üstünde durmaktan yılmış olurdur. Müşterinin ya da patronun ağzına tepsiyle vurmak için son bir yanlış söz ya da hareket beklerdik.

Dünya bir hapishane olsaydı, biz mahpusluğun bozduğu masum olurduk. Hak etmediğimiz halde cezalandırılmış, bu korkunç yerde sağ kalmaya çalışan, istemediği halde kötülüğe itilen masum olurduk. Çektiğimiz çile bizi gaddarın da gaddarı hale getirirdi. Bolca kavgaya karışırdık. Bizimle uğraşıla uğraşıla, başkalarıyla uğraşan mahkum olurduk. Koğuş ağası olduğumuzda gücümüzü kendimiz için kullanırdık.

Dünya bir şantiye olsaydı, biz ustabaşı olurduk. Hem mimarla, hem mühendisle, hem müteahhitle, hem amelelerle uğraşmamız gerekirdi. Demir yumruk olmamız gerekirdi, yoksa şantiyede hiç bir iş hallolmazdı. Herkes işi en iyi bildiği için, inşaat adam akıllı ilerlemezdi ve doğrusunu anlatmak bize düşerdi. Bir yandan amele gibi çalışırken, bir yandan mühendis gibi karar almamız gerekirdi. Herkesin bize ihtiyacı olurdu ama kimse bize hakkımızı vermek istemezdi. Hakkımızı istediğimizde lafı çevirirlerdi.

Dünya bir televizyon kanalı olsaydı, biz haber bülteni olurduk. İnsanlar bizi izlerdi ama dinlemezdi. Dinleseler bile önemsemezlerdi. Yırtınırdık önemli olanı anlatmak için; ama bizi umursamaz, eğlence programlarını ya da spor maçlarını izlerlerdi. Her gün her şeyden haberdar olurduk ama bir faydası olmazdı. Ama bir hatamızda yerden yere vurulurduk. Ya da kendi yorumumuzu katsak, kim var kim yok üstümüze gelirdi. Çünkü patronun umrunda olan tek şey rating olurdu. Rating getirmediğimiz için de bizi korumazdı patron.

Dünya bir sınıf olsa, biz sınıfın sessiz çocuğu olurduk. Diğerleri tarafından dışlanırdık farklılıklarımız yüzünden. Kimse bize derdimizi sormazdı. Hocalarımız bizim fikirlerimizle ilgilenmezdi. Hatta hocalarımız da bizi sevmezdi onların statükosunu bozduğumuz için. Hayallerimize ve hedeflerimize izin verilmezdi. İsyankar olmamızdan korkulurdu. Sık sık disiplin cezası alırdık, çoğunlukla haksız yere hatta. Bir gün patladığımızda da kötü adam olurduk.

Dünya bir film seti olsa figüran olurduk. Kimse yeteneğimizle ilgilenmezdi çünkü herkesin odak noktası filmin yıldızları olurdu. Yönetmen kibrinden boğulduğu için onunla iki kelime bile konuşamazdık. Set ekibinin başına bela olduğumuz için bize uyuz olurlardı. Bütün bunlar için de üç kuruş alırdık. Şansımız dönecek diye yıllarca beklerdik.