16 Kasım 2021 Salı

Berbo Gün İçi Berbo Saatler

Öğleden sonra saat ne olursa olsun bunun için erken, günlerden Salı ve ben üzgün hissetmek istiyorum. Kasım ayının verdiği bir ilham olabilir, düşüncelerimin gerçeklerime baskın gelmesi olabilir, dinlediğim bir şarkı olabilir, halamın bıyıkları olsa amcam olabilir ama sonuç olarak içimde bir hüzün var. Boş bir bardak var solumda, gri bulutlar var karşımda, dakikalar yavaş ilerliyor ve yan odadan gürültüler geliyor; her şey doksanlardan kalma, atmosferi boğuk bir bağımsız film gibi hissettiriyor.

Berbattan kısaltma berbo diye bir argo tabir var. Ben seviyorum. Böyle bıkkın, bitkin, yorgun, mutsuz olduğunu anlatmak için kullanılıyor. Bu akşam üstü ben berboyum. Benim gibi çok kişi var. Benden beter durumda olan çok kişi var. Belki deniz kenarında bir yerde balık tutan bir amca, belki lüks bir restoranda arkadaşlarıyla yemek yiyen kocadan zengin bir kadın, belki kız arkadaşından ayrıldıktan hemen sonra otobüsle evine dönen bir liseli genç. İş adamı olabilir, hademe olabilir. Fark etmez. Ülke insanı akın akın buhrana göç ediyor. Ne yaptığını bilmeyen aptallara zerre nüfus verecek olursanız, sonuçları bu biçimde oluyor.

Çünkü kabul edelim; yönetmeyi kim biliyor? Hangi aklı evvel doğru kararlar alabiliyor şu an? Sosyal medyaya, televizyona, desteklediğiniz takıma, KAP yayınlarına, çevrenize bakın; karar alma ve uygulatmaya muktedir kaç kişi, bu güçten faydalı bir sonuç üretebiliyor? Hiç de lafı sosyoekonomik veya sosyolojik eleştiriye çekmeyi düşümüyordum, ama kendimde daha fazla kızacak bir şey kalmadı ve benim devridaim eden bu öfkemi yöneltebileceğim birilerine ihtiyacım var. Ve yirmi yedi yaşımı bitirmeye yaklaşırken, iki katım adamların ya da kadınların eserlerine bakınca bok görüyorsam sadece, sizce de haksız değil miyim maharetsiz muktedirlere tepki göstermeye?

Bizi yıldırdılar. Bizi büktüler. Yüz yıl sonra müzelerde yirmi birinci yüzyılın gençlik dönemi sergilendiğinde, torunlarımız mor göz altları görecekler, sigaradan sararmış dişler, bakımsız saçlar, kambur sırtlar görecekler. Kalabalıklar küskün, kitleler yorgun, toplumlar perişan. Geçmişin zafer hikayelerinin ertesi gününde sikim kadar ilerleme olmadığını gören bir nesli çaba harcamaya ikna etmek çok zor. Yaşadığım topraklar söz konusu çabaya ikna olmak için nadir uygun yerlerden biri, çünkü bizden, yüz yıl kadar önce, tarihte anlamlı bir değişiklik yaratan biri çıkmış. O yüzden açtığı yolda, gösterdiği hedefe, durmadan yürüyeceğimize ant içmişiz daha çocuk yaşta. Kaldı ki buna rağmen içinde bulunduğumuz sefil vaziyet, çabanın bile kifayetsiz kalmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bir göstergesi. Olsun. "Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hayatımın hiçbir dönemimde umudumu yitirmedim".

Belli ki kişisel sıkıntılar yaşadığım bir dönemde değilim. İçimde biriken öfke, mutsuzluk, hüzün; o kadar da benle bağlantılı değil. Bazen de böyle olur. Nasıl ki buraya hep kendimden yazdığım oldu, nasıl ki buraya mutluluğumu saçtığım oldu, bazen de bir değil çok kişilik konuşacağım. Bu sabah dedim, uyandım ve şiddeti seçtim. Bugün bir şeyler kıramadım, yıkamadım ama bir şeyler başardım. Belki de şiddet dürtümü dinginleştiren bu oldu. Belki de yıkıcı bir enerjiden yapıcı bir sonuç çıkardım. Belki de birileri kafalarını kendi götlerinden çıkartır da aklın yoluna odaklanırlarsa benim ortaya koyduğum örnekten daha da büyüğünü ve faydalısını yaratabilirler.

Tekrar edeyim, kendimden bunu beklemiyordum. Sadece biraz boktan hissetmiştim kendimi. Sanki sıcaktan bunaldığımı zannederken gıda zehirlenmesi geçirdiğim ortaya çıkmış gibi; hiç tahmin etmediğim şeyler çıktı ortaya. Demek ki ihtiyacım varmış.

Bir süre daha bu bıkkınlık içinde kalacağım gibi gözüküyor. Gerçi her sabah dünya baştan aşağı değişiyor. Bu cümlenin gerçek olduğu bir ülkede yaşıyorum. Dolayısıyla Çarşamba ne olurum bilmiyorum. Sadece daha az yeni sinemacılar, daha çok yeşilçam gibi hissetmek istiyorum.

5 Kasım 2021 Cuma

Peki Ya Ben?

Kim olmak istiyorum? Ne yapmak istiyorum? Nereye varmak istiyorum? Kaç farklı şeyi başarmak istiyorum? Siktir, bu soruları on yedi yaşımdayken aşamadım mı?

Ama bazen gelirler. İnsanın üstüne gelirler. Boğazına boğazına basarlar. Eh be dersin, yeter lan dersin, sikerler dersin. Ağzın bozulur çünkü bünyen bozulmuştur, aklın fikrin bozulmuştur. Bazı pazartesiler o kadar pazartesidir ki yaşamaktan tiksindirir. Bazı cumalar o kadar boktandır ki ağzındaki tadı siker atar. Kanatlanıp uçabildiği gibi bok gibi yere de yapışabilir insan. Genelde her şey güzel olmaz, bazen hiçbir şey güzel olmaz, nadiren her şey çok güzel olur.

Gazel okuma lan, nedir derdin onu söyle, diyor içimde biri. İşte ben de onu anlatmaya çalışıyorum; dert dediğin türlü türlü, kiminin ismi var, kiminin ismi yok. Bazı dertler sokak köpeği; adı bile yok ama sabah kapından çıktığında takip ediyor seni. Kendini maden işçisi gibi hissetmek için maden işçisi olmaya gerek yok. Ama bu dediğimi çok uçurmayın, maden işçisi değilseniz kendiniz kendinizden dışarıya maden işçisi gibi göstermeye çalışmayın.

Aklımın boyutları mütevazı bir oda kadar; her oda gibi aklım da kirleniyor, dağılıyor, dolup taşıyor. Bazen aklımı temizlemem, içerdeki çöpü dökmem, her şeyi derleyip toplamam gerekiyor. Ve daimi bir anti-sosyal olarak bunu yalnız yapmayı seviyorum, etrafımda ne kadar insan olursa olsun. Ama sanırım bu yönümü kabul ettirebiliyorum, bokunu çıkarmadığım sürece. İki insanın karşılıklı anlaşabilmesi gerekiyor, kabullenebilmesi gerekiyor. İnsan oyun değil ki kazanasın, kil değil ki şekillendiresin.

Ben tenhayı seviyorum. Sessizi seviyorum. Uzağı seviyorum. Kendimi dinlemeyi seviyorum. Tercihlerimi seviyorum. Kendime çok bayılmıyor olabilirim, kendim için en iyisi uğruna kavga etmiyor olabilirim ama Allah belamı versin ki çizdiğim çeşitli yollar var kendime ve hepsini ayrı ayrı seviyorum. Korktuğum bir şey var mı diye düşünüyorum ama bulamıyorum. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki korkularım var, ama korkularımı düşünmeye çalıştığımda düşünemiyorum.

Belki buradan herhangi bir ikiyi ikiyle toplayınca dört etmiyor, ancak matematiği bulmak isteyen doğaya çıksın, insanın gönlüne bakmasın. Bu gece bir şey oldu, götüm kalktı. Nedeni bilinmez götüm kalktı. O yüzden böyle büyük büyük ahkam kesiyorum. Belki de duvarlarım yıkıldı, belki de umduğum dağlara karlar yağdı, belki de neye niyet neye kısmet oldu. Ama bütün bunların sonucunda aklımın ipleri salındı. İçimde özüm salındı dışarı. Belki de içim ben, ben, benim sıram artık dedi onca gürültünün, onca sorumluluğun, onca düzenlemenin, onca sabrın ardından. Belki de mutluluk bile zehre dönüşebilen bir şey.

Çiseleyen yağmurlar sağnağa dönüşebiliyor. Akla gelen iki cümle iki yüz cümle olabiliyor. Kimisinin terapisi başka insanlar, kimisinin cehennemi. Peki ben bütün bunlar arasında neye samimiyetle inanıyorum?

Buraya kadarmış. Dışarıya çekiliyorum yine. Duvarlarıma, kuytularıma dört elle sarılmak istiyorum. Ağlaya ağlaya, bağıra çağıra buraya tutunmak istiyorum. Ama ne aptalım ne de toy; insan asla yapayalnız yaşayamıyor. İçecek suyun bile para karşılığı olduğu bu dünyada kim bedelsiz yaşamış ki?

Biraz daha barışabildim istemediklerimle. İstediklerimin bedeli olabileceklerini kabul edebilecek kadar barıştım istemediklerimle. Bu odanın kapısını kapatıyorum yine. Ama açacağım yine, merak etmeyin. Bir yere gitmiyorum yani. Tekrar oturacağız burada. Belki yarın, belki yarından da yakın.