21 Ağustos 2024 Çarşamba

Ben Mesela Uçamam Mesela

İnsanın kendi kendini çözmesi çok zor. Ne istediğini bilmesi çok zor, ne istemediğini bilmesi çok zor, neden emin olduğunu bilmesi çok zor, neden şüphe duyduğunu bilmesi çok zor, neyin ona huzur verdiğini bilmesi çok zor, neyin huzursuzluk verdiğini bilmesi çok zor... Bitmeyen derya deniz sorular. Sonu yok. İstirahati yok. Mesaisi yok.

Ben büyük bir sanatçı değilim. Benim toplumda bir ağırlığım yok. Bir takım kişilere bir takım konularda ilham vermiş olabilirim belki zamanında ama kitleleri peişmde sürüklemedim. Sürüklemiyorum da. Kanaat önderi değilim. Ünlü değilim. Siyasi bir lider değilim. İş dünyasının önde gelen simalarından değilim. Mucit değilim. Bir aralar olurum zannetmiştim.

Hayatımın merkezinde yer kaplayan günlük bir yaşam var, geri kalanları çok baskılıyor. Müşteriyle toplantıya girmek gibi mesleki konulardan kahve bardağını suda durulayıp bulaşık makinasına kaldırmak gibi ev işlerine kadar bütün hayatı domine eden günlük hayat var. İnsanoğlu günlük hayata rağmen bütün bir hayat yaşamaya çalışıyor. Fatura kesmeyi, matematik çalışmayı, ütü yapmayı, dedikodu yapmayı aşmaya çalışıp bütün bir hayata, günlük hayatın ötesine ulaşmaya çalışıyor. Mesela kaç zamandır yazmaya vakit ayırmaya çalışıyordum. Günlük hayatımı elimin tersiyle ittiğim zaman yazmaya vakit buldum.

Otuz yaş büyük bir viraj gibi hissettiriyor. Klişe sanırdım, gerçekmiş. Virajı savruk, dağınık alırken anlıyorum. Anlamadan hayatıma devam edebilseydim muhtemelen daha mutlu olurdum. Emin değilim. Mutluluk var ama ömür boyu yetecek kadar yok. Anlamasaydım da bir ara yine mutsuz olurdum. Duygular bir yere tutunmuyor.

En son ne zaman ümitkar yazdım? İnançlı? Olumlu? Hatırlamıyorum. Tekrar ediyorum, yazmışımdır, bedbahtlık mezara kadar takip etmiyor insanı. Ama kökende belli ki olumlu bir şeyler yok. Yoksa kanıtı olurdu. Olumsuzun kanıtı var. Karşında duruyor. Karşımda duruyor.

Ergenliğimizi ne kadar arkamızda bırakıyoruz? Bu illet ne zaman tam anlamıyla son buluyor? Yaşla mı? Evlilikle mi? Ebeveyn olunca mı? Tecrübeyle mi? Ergenlik beni ölüm döşeğimde terk edemez, daha önce gidecek. Siktir olup gidecek hem de. İstemiyorum. Ergenlikten tiksiniyorum. Hala bir yerlerde bir tutamını, bir kısmını, bir parçasını hissediyorum. Siktirsin. İstemiyorum. Ergenlikten tiksiniyorum.

Planlı yazamıyorum. Kuramıyorum. Bir yerlerde bağlar kopuyor. Yazar olamayacağım gibi duruyor. Belki olurum ama olamayacağım gibi duruyor. Yazar olmayı hedefliyorum gibi durmuyorum zaten ama o başka bir konu. Daha doğrusu tek bir konu değil.

Nihilizmle okulda tanıştım. Edebiyat dersinde. Babalar ve Oğullar. Turgenyev. Bana çok abartı gelmişti. Gerçeklikle bağı kalmayana kadar ilerletilmiş gibi. Bir felsefe olarak kullanılamayacak kadar uçta. Şimdi bu yaşımda, hala tam olarak katılmasam ve abartı bulsam da, değerini görüyorum. Aynı şey black metal için de geçerli.

Sanki hayatımdan bir şey olacak ama sakız gibi uzuyor o olacak kısım. Sürekli rötar yapan bir uçak gibi. Yarım saat sonra kalkacak. İki saat sonra kalkacak. Beş saat sonra kalkacak. Uçak yolculuklarını da sevmem. Havasız teneke kutulara konserve balık gibi tıkıştırılıyoruz.

Yazdıkça birini dövmüşüm de hırsımı almışım gibi hissediyorum. Bir sonraki saçmalığa yer açılmış gibi hissediyorum. Yazacak bir şeyim kalmayınca da kendimi boşlukta hissediyorum. Olumlu anlamda. Dünyanın üzerinde ilk defa süzülen astronot anlamında.

27 Mayıs 2024 Pazartesi

Bok gibi hissediyorum. 2024'ü hiç sevmedim. Böyle olacağını düşünmemiştim. Biraz dinlenmeye ihtiyacım var.

6 Aralık 2023 Çarşamba

Maviyle Mor Arası Bir His

Kendimi çok yordum. Biraz dinlenmek istiyorum. Tadım kaçtı. Bazı şeyler hala daha zevk verse de yalın kaldığımda bir keyifsizlık hasıl oluyor bünyemde. Bir vazgeçmişlik var üstümde. Hayatımı bir kenara atmadım tabii, ama bazı ilgi alanlarımı, bazı heveslerimi terk ettim. Yakıtım bitti bir nevi. Beni ileriye itmeye devam edecek o iç kaynağı tekrar toplamak için vakte ihtiyacım var.

Algıda seçicilik yapıyorum bir süredir. Dünyadaki hemen hemen her kurgunun, her yapının, her düzenin tepedekileri aşağıdakilerle beslemekten ibaret olduğunu düşünüyorum ve dünyada bu düşüncemi, bu görüşümü besleyen şeyleri buluyorum. Bakın, bunlar kanıt hep. Kafamın içinde bu cümle çınlıyor. Bakın, bunlar kanıt hep. Akşam altıda sırtımda bilgisayarım işten eve dönerken, bacaklarım tutmazken bir lokantada bilmem kaçıncı kadeh şarabını içip dedikodu yapan benim yaşlarımda birine bakıyorum ve kendimi teyit ediyorum; bakın, bunlar kanıt hep. Aile evimdeki odamda otururken, kendi kendime yaşayabileceğim bir çatım ve dört duvarım olmadığı gerçeğiyle yüzleşirken tekrar ediyorum. Bir adamı bir maç önce göklere çıkarıp bir maç sonra itin götüne sokmalarını insanların fark etmekten kendimi alamazken, kanıt işte bunlar. Hepi topu pop şarkıları söyleyen rastgele bir Amerikalı beyaz kadına peygamber hürmeti gösterenlere bakınca hissettiklerim beni bu görüşe daha da bağlıyor. Bu kadar ufak ve anlamsız olaylara kadar genişledi buhranım.

Göremiyor gibi hissediyorum. Önümü göremiyorum, önemli olanı göremiyorum, seçecek yolu göremiyorum. Kaçıyor gibi hissediyorum. Bana uzanan ellerden kaçıyorum, tabelalardan ve işaretlerden kaçıyorum, bildiklerimden kaçıyorum, varolandan kaçıyorum.

Sanırım bunları epey daha önceden söylemem gerekirdi. Belki o zaman söylesem daha iyi hissettirirdi. Şimdi pek bir şey hissettirmiyor.

Kendi kendimize ettiğimiz kötülükler bizi hep vadeli buluyor. O yüzden kendimize engel olamıyoruz. Size yalancı peygamber gibi seslenmekte kullandığım bu makina dahil olmak üzere cihazlara hakkımızda bilgi edinmesi özelliği verdik, bu bilgilerin bir azınlık tarafından toplanmasını ve yönetilmesini kabul ettik, ve şimdi bu yüzden mezbahadaki kuzular gibi yönetiliyoruz. Affedilmemesi gereken şeyleri affettik bir kere, bir kere affedince ikincisi de geldi, ikinciyi üçüncü takip etti, ve böyle böyle suç bir saygınlık aracı oldu, orospuluk bir hak oldu, ırkçılık olağan oldu. Ayağımızı sağlam basabileceğimiz toprakları, suyunu içebileceğimiz ırmakları, dallarının altında korunabileceğimiz ağaçları yok ediyoruz ve bu yüzden yerimiz daralıyor, yerimiz daraldıkça kalan alana sığmak için birbirimizi telef ediyoruz.

Uzun bir yazı olabilirdi. Uzun yazıya takatim yetmiyor ama. Düşünmeye mecalim yok. Yaşadım diyebilmek için yaşadığım bir dönemden geçiyorum, bu da yazdım demek için yazdığım yazılara yol açıyor. Kendimi ifade etmek dahi istemiyorum. Büyük, engin bir umarsızlık; bunun içinde süzülüyorum.

1 Aralık 2023 Cuma

Yeryüzünün En İğrenç Canlıları

1975 yapımı bir film var, Hollywood filmi. 70'ler ABD'nin zor zamanları; enflasyon, siyasi skandallar, Vietnam savaşı, hala devam eden anti-komünist propaganda, artan suç ve güçlenen mafya, sendikalarda sorunlar ve başka türlü dertler. Bu film o dönemde medyanın içerisinde hayatın zorlukları karşısında delice bir isyana kapılan bir haber sunucusunu ve medyanın ondan ve onun temsil ettiği histen, tavırdan, inançtan, isyandan nasıl istifade ettiğini, bunu nasıl sömürdüğünü anlatıyor. Filmi izlerken ne güzel diye düşünebilirsiniz, düzen karşıtı bir film, toplum eleştrisi yapan bir film. Ama işte sorun şu; film özellikle 70'ler için bayağı iyi kar ediyor ve 4 Oscar kazanıyor, yani film sistemin faydalarından güzelce yararlanıyor. Filmin metninde medyayı reddetmek var, kendi fikilerini savunma talebi var, kurulu düzene isyan var ama kimse bu filmden yola çıkarak doğrudan, hissedilir bir değişime gitmedi, yeniliğe gitmedi; kimse filmi dinlemedi. Dünya 70'lerde de götünün üstünde oturdu ve şimdi de götünün üstünde oturuyor. Bunun yerine filmde eleştrilen insanların, kurumların, sistemin beklentilerini karşıladık ve karşılamaya devam ediyoruz. 

Gerçek bir duyguyu ve insani bir tepkiyi al, süsle, sat, para kazan, tam olarak eleştirdiğin şeyi yap ve böylece mesajını piç et. Safkan kapitalizm. Kaptializmi yıkmayı bu kadar zorlaştıran şey bu. Kapitalizmde her şeyi ama her şeyi satabilirsiniz; düşmanınız, onun silahları ve onun iddiaları dahil.

Günümüzde aynı sıkıntılar yaşamaya devam ediyor. Türkiye ABD değil ama enflasyonumuz var. Siyasi skandallarımız var. Suriye'de, Ukrayna'da, Filistin'de savaş var. Sağcılık sadece Türkiye'de değil tüm dünyada güç kazanıyor. Suç artıyor. Koşullar aynı. İşin çirkin yanı, olan bitene itiraz etmek, isyan etmek istersek başımıza gelecek şey de 70'lerde olanla aynı. Bir isyan çıkacak, bu isyan sonra üretim hattına itilecek, ürün olarak şekillendirilecek, pazarlanacak ve satılacak. Bir noktadan sonra bu isyanın modası geçmiş bir ayakkabıdan ya da artık sıkmış bir hit şarkıdan farkı kalmayacak. Ama bir tepki vermemek de mümkün olmadığına göre, bu başarısızlığa mahkum hamle öyle ya da böyle gerçekleşmek durumunda kalıyor.

Kendimiz için iyi bir şey yapamıyoruz. Bundan aciziz. Bir şekilde suyun başına oturabilen kim varsa onlar istediğini elde ediyor ve geri kalanımız kendi kendimize zarar verip duruyoruz. Kimimiz bundan gurur bile duyuyor. Bu aptallık, bu açgözlülük, bu kötülük mide bulandırıyor. Yeryüzünün en iğrenç canlılarıyız.

16 Kasım 2023 Perşembe

Keşke Bedeli

Kendime dair daha fazla anım ya da anektodum olsaydı; mevsim geçişlerinde depresyon yaşıyor muyum daha iyi hatırlardım. Kendimi daha iyi tanısaydım, canımı neyin sıktığını düşündüğümde bir cevabım olurdu.

Olduğum kişiden şikayetçiymişim gibi geliyor kulağa. Değilim. Çelişkileri belirgin biriyim. Yıllar bunun altını daha da çizecek zannederim.

Hayatımın en kötü döneminde olmadığıma eminim. Ama hayatımın en kötü dönemi ne zamandı diye sorsanız söyleyemem. Az önce yazdım; kendimi daha iyi tanısaydım, canımı neyin sıktığını düşündüğümde bir cevabım olurdu.

Keşkelerim yok. Hayatımdaki seçimlerden ve geldiğim noktadan pişman değilim. Pişmanmışım gibi hissettiğim oldu, ben de insanım sonuçta, ama ezcümleye geldiğimizde pişman değilim. Ama bu saatten sonra olmayacak şeyleri istiyorum. O da olsun, bu da olsun, hayatta eksik olduğum bir şey olmasın, her şeyde istisnai olayım, her şeyin istisnaisi benim olsun. Bu da oldukça insan bir hayal sanırım.

Kaldı ki elimde olan şeyler zaten bayağı iyi. Daha ne istiyorsun lan pezevenk? Birilerinin zamanında Napolyon'a, Büyük İskender'e, Jeff Bezos'a sormadığı o soruyu kendime soruyorum. İşte istiyorum bir şeyler, Pezo Cef kadar değilim ama istiyorum bir şeyler.

Can sıkıntısı bir arabada gaza ve frene aynı anda basmaya benziyor.

Sanırım koşu bandı hissiyatı sıkıyor beni. Bu henüz bir teori. Duygunun kendisini açıklamak kolay; koşup koşup bir yere varamama hissi; koşu bandında koşar gibi. Tekerinde koşan bir hamster gibi. İçimdeki sıkıntıyı yazmanın bir amacı da yazarken bir şeylere aydınlanmak. O yüzden bu henüz bir teori. Test aşaması şimdi başlamış gibi düşünün. Çıkan sonucu belki yazarım, belki yazmam. Çünkü bu yaşadığım şey belki önemli, belki önemsiz.

Kim olursan ol geçmişindeki hataların cezasını çekersin ya; benim geçmişimin cezaları migren gibi mi yoksa? Düzenli değil, neyin tetiklediği konusunda fikir var ama kesin bulgu yok, kendini hissettirdiği zaman zulmediyor ama atlattıktan sonra yaşamaya devam etmesi hızlı ve kolay. Ya böyle ya da kendine acımanın ezgisine güfte yazınca sonucu böyle oluyor.

Bilmem kaçıncı kez keyifsiz cümleler kuruyorum, bilmem kaçıncı kez bıkkın, huysuz ve alaycıyım; ama işte şimdiye kadar öğrenmediyseniz artık şu an öğrenmeniz lazım, ben keyifliyken, mutluyken yazmaya ihtiyaç duymuyorum. Buraya bu kadar seyrek yazmama bakıp beni genelde mutlu zannedebilirsiniz, o da yanlış. Normal bir insandan daha sık mutlu olmuyorum. Her daralmamda illa buraya yazmıyorum, sebebi bundan ibaret. Bugün buraya dökülesim geldi.

Kendime dair şuna inanıyorum; hayatın vasatlığını erken gördüm, hayatın vasatlığıyla erken barıştım. O yüzden yırtınmıyorum daha da iyisi, daha da fazlası diye. Yeri geliyor istiyorum, yeri geliyor uğraşıyorum da, ama arzumun ve ihtirasımın sınırları var. Çünkü gördüm; çok zenginlerin dahi, çok güçlülerin dahi, çok özgürlerin dahi şu hayatta sıkıcı tecrübeleri var, öfkeleri, korkuları, acıları, kıskançıkları, yetersizlikleri var. En zirvedeki kişinin bile keşkesi var. Keşke hissinden iğreniyorum. Tekrar etmemde fayda var, keşkem yok benim. Ancak insanın keşkesinin olmamasının da bir bedeli var. Bu bedeli ödüyorum, ama bazen öderken zorlanıyorum. Deminden beri kelime kelime yağdırdığım bütün bu zırıltının da ezcümlesi bu işte; keşke dememenin bedelini ödemek bazen zorluyor insanı.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Bahçıvanlık

Bahçıvanlık zor iş. En başında yaratmak zor bir iş. Can yeşertmenin, büyütmenin, güzellik ortaya çıkarmanın emek, zamanlama ve şans istediği muhakkak. Ancak iş bununla sınırlı değil.

Detaylarına ineyim bahçıvanlığın. Bir çiçek ektin mesela, yetiştirdin, güneş almasını sağladın, suladın, gübresini verdin. O çiçek açtı. Güzel bir çiçek oldu. Sonra zamanın eli yolmaya başladı yapraklarını. Çiçek ölmeye yaklaşıyor. İstiyorsun ki çiçek yaşamaya devam etsin. Ama koca bir bahçe var, yapacak çok iş, bakacak çok bitki var. Bahçe o çiçekten ibaret değil. Ama o çiçek de ölmesin istiyorsun. Çiçeğin fazla vakti yok. Acil müdahele lazım. Nasıl canlı tutacaksın o çiçeği? Ölmekten nasıl kurtaracaksın?

Daha ortada bir tutam çimen dahi yokken işlemeye başlıyorsun toprağı. Toprak verimli, su bol, hava güneşli. Bahçeyi yaratmaya başlıyorsun. Çimenler çıkıyor, tohumlar fidan açıyor, bazıları ağaç bile oluyor, ağaçlar meyve dahi veriyor. Renkli, canlı, güzel bir bahçe. Ve daha da güzel olacak. Ama bir sabah, hiç hesapta yokken, kuraklık oluyor. Susuzluk bahçeyi kurutmaya başlıyor. Ne yapıyorsun, ne ediyorsun su buluyorsun. Suyu buluyorsun haşere basıyor bahçeyi. Ağaçların köklerini yiyorlar, tohumları yiyorlar. Başka çare yok, ilaçlıyorsun bahçeyi. Kendi ellerinle zehirliyorsun yaratını. İçin kan ağlıyor. Toprak gördüğü zarardan çoraklaşmaya başlıyor. Kavga kıyamet bereketini savunuyorsun toprağın. Ama işte artık o bahçe senin güzel günlerini yaşattığın bahçe değil artık.

Bir bahçen var. Bu bahçeye ikinci bir bahçıvan getirmek istiyorsun. Kimi bahçıvan şanslı (benim gibi), ikinci bahçıvan bahçeye senin gibi bakıyor, seninle uyumlu çalışıyor. Ama kimi bahçıvan da başka düşünüyor. Mesela istiyor ki hiç sebze olmasın, hep çiçek olsun. Ağacın yerini beğenmiyor. Sırf beğenmedi diye ağacı kesmeye kalkıyor. Sen bahçıvansın diyorsun, ağacı kesmek ne demek, saçmalama, bahçeye ihanet bu diyorsun. O da seni suçlamaya başlıyor. Sulamayı yanlış biliyor ya da, az su veriyor, belki de aşırı suluyor. Öyle öğrenmiş ve asla fikrini değiştirmiyor. İki bahçıvan arasındaki anlaşmazlık bahçeyi harap ediyor.

Bahçıvanlık çok emek istiyor ama her zaman o emeği harcayamıyorsun. Yeri geliyor mecalin kalmıyor. Bahçe su istiyor, sulamaya elin gitmiyor. Ayrık otları koparılmalı ama belin o kadar tutuk ki eğilemiyorsun bile. Ağaçların dalları budanmadığı için sebzelerin güneşini kesiyor ama merdiveni ağaca kadar bile taşıyamıyorsun. Bahçenin solması seni daha da yoruyor, yoruldukça bahçeyle ilgilenemiyorsun. Bu sarmalın sonucunda bir avuç çorak toprak kalıyor geriye. O çorak toprağın tekrar bahçe olması bahçıvana kalmış.

Bazen bahçeni kurduğun yeri değiştirmen gerekiyor. Yeni topraklar, yeni tohumlar. Şahane bir bahçen olabilir, ama tanımadığın toprakta, tanımadığın fidelerle, tanımadığın iklimle başarısız olma ihtimalin de var. Ama sen bahçıvansın, işin bahçe oluşturmak, o bahçeyi yaratmazsan ne yapacaksın? Başka bir yerde bahçe kurmak zor bir düşünce ve zor bir eylem. Daha önce kurabildiğim için kendime güveniyorum çok şükür.

Çevre sadece senin bahçenle de sınırlı değil. Başka bahçeler de var. Bazı bahçıvan çok zengin ve muazzam bir bahçe kuruyor. Bazı bahçıvan uyanık ve bahçesini olduğundan daha güzel gösteriyor. Bunların hepsini kolayca görebiliyorsun. Bahçıvan var o kadar güzel bir yer bulmuş ki kendine, ne yaparsa yapsın bereketli oluyor bahçesi. Çalıntı bahçeler var. Kimisini kıskanıyorsun. Kimi bahçe seni sinirlendiriyor. Bazı bahçeler ürkütüyor seni. Ve günümüzde diğer bahçeler o kadar göz önünde ki ilgisiz kalamıyorsun. Yeri geliyor kendi bahçeni unutuyorsun. Başkasının bahçesi saplantı oluyor. Unutma bahçeni.

Herkesin bir bahçesi var. Büyük olur, küçük olur, renkli olur, işlevsel olur, bakımlı olur bakımsız olur. İlk işin kendi bahçeni yaratmak. Sonra onu koruyacaksın. Sonra diğer bahçelerle uyumunu sağlayacaksın. En sonunda da bütün bahçelerin canlı kalması için tüm bahçıvanlarla birlik olacaksın. Çünkü bu dünyada bir ya da çok sayıda bahçıvan gelip senin bahçene göz dikebilir. Bahçeni koruyacaksın. Bahçıvan olduğunu unutmadan bahçeni koruyacaksın.

Bahçıvanlık zor iş. Ama bahçıvansın sen. Senin işin bu. Bir bahçen var senin, artık değişmeyecek bu. Bu bahçeye bakmak zorundasın. Madem zorundasın, en azından iyi bak bahçene.

25 Ağustos 2023 Cuma

Herkes Herkese Öfkeli

Her şey Anadolu'nun artık bayındırlığı hak etmediğine karar verildiğinde başladı.

Hayır, hayır. Daha öncesi var. Her şey Arapların yeni bir dine inanmasıyla başladı.

Hala daha öncesi var. Her şey kaynakların ölçülü ve makul paylaşılmamasına itiraz etmeyen ilk toplulukla başladı.

Daha da geriye gidebiliriz belki. Her şey homo sapien cinsinin gezegendeki bilinçli düşüncesinden bir şeyler üretebilen ilk canlı türü olmasıyla başladı.

Yetmedi. Her şey ilk kara canlısının evrimdeki yeni halka olarak varolmasıyla başladı.

Bunun dahi öncesi var. Her şey büyük patlamayla başladı.

Burdan daha geriye gidemiyoruz artık. Ama önemli değil. Aslında bunların hiçbiri önemli değil. Geçmiş, senin ve benim geçmişim, toplumun geçmişi, gezegenin geçmişi, varlığın geçmişi, hiçbiri önemli değil. Onlar öncesi artık. Bitti. Geri dönüşü olmaksızın gerimizde. Ve hep oradalardı. Bizden önceki insanlar, anne babalarımız, atalarımız; onlar da bu geçmişten gelerek bugünlerini yönettiler. Bazısı sadece mutluluk gördü. Bazısı sadece hüzün yaşadı. Nesillerden biri aydınlığı var gücüyle karanlığın içine itti, bir sonraki o karanlıktan kan ve acı içinde aydınlığı geri çekti. Çoğu nesil de kayıtsızlık ve boşluk içinde yaşadı, öldü ve gitti. Her nesil, geçmişten birikenleri kullanarak bir bugün yarattı. Biz de kendi yaratım sürecimizin içerisindeyiz. Ve öfke yaratıyoruz.

Herkes herkese öfkeli. Herkesin bir hıncı, intikamı var. Herkesin tramvaları var. Ailelerimizle küsüz, arkadaşlıklarımızın içi sinsilik kaynıyor, ilişkilerimiz sorunlu, işlerimizden tiksiniyoruz, toplumdan şikayetçiyiz hep. Biri çocukluğunun düzeninin yıkılmasına kızdı ve hıncını kanla, kurşunla, barutla çıkartıyor. Biri çağdaşlıktan nefret etti ve yirmi birinci yüzyılı gericilikle boyadı. Ten rengini sevmediği için diziyle boğdu bir adam bir başkasını. Uzaya turistik seyahat yapabilecek imkana sahip biri var ki dünyaya dair herşeyden ama herşeyden nefret ediyor. Bunca olumsuzluk, bunca acı hep öfkeye gidiyor, hep öfkeye.

Öfke sadece bu nesle ait değil. Ama öfke, bu neslin heybesinin en içindeki, en yüreğindeki duygu. Dünyanın her yöresinde, en ortak paylaşılan duygu öfke. Yaşlısından gencine, bu zamanlar öfke getirdi.

Ben bunu nasıl kıracağımızı bilmiyorum. Ben bunu kırmak isteyip istemediğimi de bilmiyorum. Ben sadece içinde doğduğum bu devrin  özünde bu hissin olmasına... öfkeleniyorum.

Hayat bundan daha farklı olmalıydı. Olmuş çünkü. Ya da ortada bir yalan var.