23 Kasım 2011 Çarşamba

Politika Üzerine Güzelleme

Günümüzde Türkiye'de ideolojik gruplar en kaba haliyle altıya ayrılıyor. Bu grupları sıralamak gerekirse; iktidardaki muhafazakarlar, muhalefet konumundaki Atatürkçüler, milliyetçiler, beli bükük solcular, Kürtler ve halktır. Yurdumuz üzerinde her ne kadar liberaller, demokratlar vs. olsa da adları olup kendileri olmadıkları için onlardan söz etmeyeceğim.

Uğur Mumcu'nun "Söz Meclisten İçeri" kitabını bilenler (parmak kaldırsın?), kitabın başında bir parlamentoyu oluşturan iki ana grubun burjuvalar ve işçiler olduğunu ileri sürdüğünü hatırlar belki. Bu iddia hangi ülkede geçerlidir bilmiyorum, ama Türkiye'de böyle bir şey olmadığını biliyorum. Bu yargıya nereden ulaştığımı soracak olursanız, size "Kimdir Türkiye'deki burjuvalar" diye cevap veririm. Ve lütfen bana CHP ile gelmeyin.

Günümüzde CHP tabanını ve odağını kaybetmiş bir partidir. Hiç öyle kaşlarınızı çatmayın, aynen öyledir. Bugün CHP'de ipler kimin elinde, kimin sözü geçiyor, ne için uğraşıyorlar, iktidar parti CHP yüzünden geriliyor mu, projeler var mı, bu sorulara ve bu soruların benzerlerine kim cevap verebilir ve bu cevaplar bizleri ferahlatır mı? Bugün CHP ne Atatürkçü bir partidir, ne solcu, ne de burjuva. CHP tamamen orta, orta-üst ve üst tabakalarının belirli kesimleri tarafından sahiplenilmiş bir partidir. Günümüzün Atatürkçü tabanı olmasaydı bugün CHP olmazdı.

Bir de Uğur Mumcu'nun haklı olduğunu varsayalım. Gerçekten de bir ülke parlamentosunun temeli burjuvazi ve işçi sınıfı olsun. Peki, bugün işçi sınıfının temsilcileri olan partilerin ne kadar sesi çıkıyor veya ne kadar güçlüler. Ben size ne konumda olduklarını söyleyeyim. Mecliste bile yoklar. Seksen darbesi ile Türk solu denizin dibini boyladı. İki bin on bir yılında Türk solu Kadıköy'de duvarlardaki sprey boyayla yazılan yazılarda veya Taksim'de dağıtılan broşürlerde yaşıyor. Kaldı ki, seksen darbesi milliyetçileri sahne arkasına çekilmeye zorladı. Yani darbe sanıldığının aksine sağ kanada da zara verdi. Önümüzdeki senelerde neler yapacaklarına dair bir fikrim yok, ama şu an uyuyan dev konumundalar.

Şu ana kadar anlattıklarıma göre seksen darbesinin Türk siyasetini bitirmiş olması lazımdı, değil mi? Hayır. Darbe, birilerine çok yaradı, önlerini açtı. Onlar da sağ olsunlar, doğru adımları attılar. Ve bu yüzden ki, sekiz yıldır Büyük Millet Meclisinde din ticareti yapılıyor.

Bir de halk var tabii. Şöyle bir gerçeği söyleyeyim mi size? İdeoloji dediğiniz kavram halkın umurunda değil. Ayıplamak için söylemiyorum. Haklı olup olmadığıma dair kanıt mı istiyorsunuz? Sizce Zonguldak'taki maden işçisinin alacağı maaş mı umurundadır, Karl Marx mı? Mersin'deki bakkalın su faturası mı umurundadır, yoksa Devlet Bahçeli'nin yapacağı miting mi? Muş'taki çoban ineğinin canını mı daha ciddiye alıyordur yoksa Atatürk ilkelerini mi? Demek istediğim o ki, halk kendi sıkıntısını gidereni ister. Halkın gözünde büyük devlet adamı, ona daha ucuza ilaç, daha ucuza yiyecek sağlayan, evsiz ise ev, işsiz ise iş sağlayan devlet adamıdır. Tabii ya, siz Adnan Menderes nasıl başbakan oldu sanıyorsunuz?

Bunu da aptallıkla, basitlikle, cehaletle hiçbir alakası yok. Cehalet dediğiniz kavram zaten aşılamayacak bir kavramdır. Bir çiftçi Namık Kemal hakkında hiçbir şey bilmiyor olabilir, ama biz de saban sürmeyi, orak kullanmayı bilmiyoruz. O zaman biz de cahiliz. Hatta biraz daha orta-üst sınıfa ciddi gelecek şeylerden söz edecek olursam, Fransızca ya da İspanyolca bilmediğimiz için cahiliz. 18. yüzyıl İngiltere tarihini bilmediğimiz için cahiliz. İbn-i Sina'nın yazılarını bilmediğimiz için cahiliz. Cehalet herkes için ve belirli konularda, sürekli olarak geçerlidir.

Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.

17 Kasım 2011 Perşembe

Çuvaldız Bize


Türkiye'de okuma yazma bilenler arasında bir daha okuma yazma bilme oranı hesaplanmalı. Çünkü; günümüz insanı ne okuyor, ne yazıyor, okuduğu hakkında düşünüyor mu, kendine özgü fikirleri var mı, iradesi gerçekten hür mü, bu soruların kesin ve tatmin edici cevapları yok elimizde.

Bir gün sokakta, elinde kocaman, üstünde "TEKTİPLEŞTİRİN BİZİ" yazan bir tabela taşıyan bir adam görseniz ne yaparsınız? Ben arkasından kaç kişi yürüyor, ona bakarım.

Belki bir gün gelecek, bir avuç budala olacağız hepimiz. Zihinsiz, ruhsuz, mantıksız, iradesiz. Ve belki bunun ilk adımı, bugün sokakta "concon" ya da "apaçi" diye dalga geçtiğimiz insanlar olacak.

İnsanların, ülkeleri ve halkları için iyi bir şeyler yapmak isteyen kişilere hayatı dar etmesi de ironik ve acıklı.

Ve uyanın hepiniz, bize bizden başka kimse sahip çıkmayacak. Yirminci yüzyılın başında vatanı gavurlara bırakmak isteyenlere karşı çıkanlar bizim atalarımız değil miydi, peki neden şimdi biz vatanı satanların haleflerine bıraktık meydanı?

Tarihin başından beri çoğu devlet adamı ülkeleri için en iyisi olduğunu düşündüğü şeyler uğruna çabaladı. Onların doğru veya yanlış olduğunu ise tarih belirledi.

Ama bilmiyor muyum sanıyorsunuz, bu ülkede şehit anaları başta olmak üzere kimsenin derdi bitmiyor, kimse huzur bulamıyor. Gazetelerin üçüncü sayfaları hala çarşaf çarşaf cinayet, gasp, tecavüz ve benzeri haberlerle kaynıyor. Bu ülkede hiçbir şey düzelmiyor.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Gökten Düşen Otuz Dördüncü Damla


Seni nereden buldum, nasıl buldum, kim öğretti ismini, neden ezberledim resimlerini bilmiyorum. Bir bakıyorum ki karşımda duruyorsun öyle, sonra bir bakıyorum ki halüsinasyon görüyormuşum. Sesini bir kere duymuşum ya, ne yazıyorsan o sesle duyuyorum.

Elimde bir kitap tutuyorum. Kitabın anlattığı bir hikaye var elbette, ama o asıl derdini satır aralarından fısıldıyor kulağıma. Hayatta ne yaptığını bilmeyen bir adamın kendi içindeki hesaplarını, kapıldığı rüzgarlarını, umutlarından büyük umutsuzluklarını ve tesadüflerin onu çekip fırlattığı yolları anlatıyor kitap ama ben bunları anlamıyorum. Kitaptan aklıma ufacık kırıntılar doluşuyor ve zaten düşünmekten alabildiğine uzak aklım bir adım daha sapıyor rotasından.

Gazete okumanın hiçbir güzel tarafı kalmadı. Vatanımın üzerinde neler olduğunu gördükçe yerin dibine girmek istiyorum ama yer beni kabul etmiyor, çünkü orası şehit yurdudur, şehitlerle aynı yeri paylaşmak için dünyalara yetecek kadar haysiyet, irade ve fedakarlık lazımdır.

Sabahın köründe kahvaltı hazırlamak zor oluyor. O yüzden genelde dışarıda kahvaltı ediyorum. Dışarıda kahvaltı etmek keyifli oluyor. Hem tek başına da kalmıyorsun, illa ki bir arkadaşın seninle geliyor, güle oynaya tıkınıyorsun.

Felsefeyi gram sevmiyorum. Sürekli bir mantık aramak, sürekli bir fikir üretmek, sürekli söyleyecek bir söze sahip olmak bana o kadar gülünç geliyor ki. Çünkü bu hayatta hatırlamaya değer ne kadar şey kalıyorsa hep kalbinde kalıyor. Anıları anı yapan şey görüntüler olsaydı anıların hiçbir değeri olmazdı.

Yanlış insanların cazibesine kapılıyorum. Ahlaksızlığı insanlığın temeli olarak gören bir adama hayranlık duyuyorum, sürekli sarhoş ve uçmuş olan, kendini şaman sanan bir adamı idol olarak görüyorum ve her şeyi yıkarak özgün olacağını savunan birinden etkileniyorum.

Ve bazen bana öyle geliyor ki altı kutu bira ve bir koltuk beni hayattaki her şeyden daha mutlu edebilir.