23 Mart 2013 Cumartesi

Koş Forrest Koş

Sınavdan önceki son gün. YGS sınavı öncesi son gün. Üniversiteye gidebilmek için atacağım ilk adımdan önceki son gün. Şu iki günün bana öğrettiği bir şey varsa beklemenin gerçekten zor ve sıkıcı olduğu.

İki gündür evde oturuyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Test çözmek yok, dershaneye gitmek yok, ders çalışmak yok. Bilgisayar oynamak yok, film veya dizi izlemek yok, kitap okumak yok. Dışarıya çıkmak yok, arkadaşlarla buluşmak yok, gezmek yok. Sadece zaman öldürmeye yarayacak bir takım boş ve anlamsız aktiviteler. İnsanoğlunun yapacak bir şeye ihtiyacı var, bir uğraşa ihtiyacı var her zaman. Boş zamanı boş zaman olarak bırakınca yapısı bozuluyor insanın.

Beklemenin sonuçları var, ağır sonuçları. Şüphe mesela, bıkkınlık, korku. Kendisiyle hemen hemen her zaman yüzleşen bir adam olduğum için bu duruma ve bu hislere, bu hisleri bastırmaya alışkınım fakat bazen öyle anlar gelir ki, en güçlü iradeler bile kürdan gibi kırılır. Yarın sabah kırılıp kırılmayacağım benim için hala bir muamma ve işbu muamma tehlikeli. Geleceğimi şekillendirmekten söz ediyorum sonuçta; benim riske girmek veya şansımı zorlamak gibi bir lüksüm yok.

Yarın bir başlangıç ve bir son. Yarın ilk maç. İlk maç heyecanı, ilk maç gerginliği nedir bilirim. İlk maç gerginliği maç başlayana kadar bitmez. Maç öncesi yapılabilecek yegane doğru hareket o gerginlikten alabileceğin ne kadar kuvvet varsa alıp maça başlamaktır.

Belirtmek istediğim son şey; bugüne kadar yola çıkmayı en güzel J.R.R. Tolkien, yolda olmayı ise Jack Kerouac anlatmıştır.

Not: Forrest Gump'ı izlemedim.

10 Mart 2013 Pazar

Sıkışmaya Karşı Nefret

O kadar çok film türü var ki... Dram, komedi, korku, polisiye, aksiyon... Hayat dediğin ise trajikomedya.

Nasıl da basıyor yaşadıklarımız bazen üstümüze. Boğulacak gibi oluyoruz, nefes alamayacak gibi bir daha. İşte o mengene tek bir parçadan oluşmuyor hiçbir zaman. Her zaman birden fazla mazisi veya gerekçesi var acı çekenin.

Böyle düz yazmak her zaman için daha rahat, daha doğrusal. Şiir de yazan bir adam olarak söylüyorum; şiirin düz yazıdan yegane üstünlüğü daha etkileyici olması. Bence düz yazı şiirden daha çok duygu taşıyabiliyor. Tek eksik tarafı şiirdeki kadar insanı yakalayamıyor.

Bazen boğazıma takılan ne varsa hepsini tükürmek istiyorum. Beni tutan akıllı davranma dürtüsü oluyor. Yoksa emin olun çoğunuzla çok daha farklı bir mazimiz olurdu.

Tek bir kişiye yönelttim hayatımı son zamanlarda. Kendimi geri çekmeye çalışıyorum, rutinime dönmeye çalışıyorum ama olmuyor. Durup durup adını anıyorum. Dönüp dolaşıp ona geliyorum.

Uzun süren hikayelerde kaçınılmaz olarak acıklı bir bölüm olur. Hepimiz an geliyor o acıklı bölümü yaşıyoruz. Ben de o acıklı bölümlerden birini yaşıyorum işte.

Belki de benimkisi çok tek taraflı bir yaklaşımdır. Belki de ben sadece bir erkek olarak yaklaşıyorum gördüğüm her şeye. Belki de bir kadın nasıl düşünür ve hisseder anlayabilseydim bu kadar cevapsız sorum ve askıda kalan düşüncelerim, hislerim olmazdı.

Bir ihtimal ki Robert De Niro Taxi Driver'da biraz da beni oynadı.

4 Mart 2013 Pazartesi

Karamsar

Aydınlık bana samimi gelmiyor. Işık, güzellik, parlaklık, berraklık yapay duruyor, sanki kasti olarak her şey iyi gözüksün diye uğraşılmış gibi. Gerçek olmayan bir şey var kusursuz olanda. Karanlık özümüze daha yakın, biliyorsun ki o hep orada. Kusur ve kir insanlığa dair. Ama temiz olan temiz kalmıyor asla.

Yaşadığım ülke huzur vermiyor. Ben ülkemi seviyorum; Türk olmaktan mutlu ve gururluyum. Ne var ki bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak her an her şeyle savaşmaya hazır olmam gerekiyor; gerçek anlamda savaş, cehalete karşı savaş, özgürlük için savaş, para için savaş, sakin kalabilmek için savaş. Ülkem evimdir ve ben evimde huzurla oturabilmek istiyorum. Ben bir İranlıyla veya bir Suriyeliye aynı kaderi paylaşmak istemiyorum. Bir Amerikalı gibi gafletin esiri olmak istemiyorum. Bir Çinli gibi günümü korku içinde geçirmek istemiyorum. Ülkemin sınırları içindeki huzursuzluk ve kaygı sona ersin istiyorum.

Suyun ve denizin hayatımda bir değeri var. Suya temas etmek bana huzur veriyor. Bir yıla yakın bir süredir ne denize girdim ne de yüzdüm. Tuzlu suyun kokusu içimi yakıyor.

Üretken bir dönem geçiriyorum, lakin aklımdakileri gerçek kılabilecek olgunluk ve beceriye henüz sahip değilim. Cin olmadan şeytan çarpamazsın. On dört yaşımdayken tecrübe ettiğim kabuk değiştirmeyi tekrar yaşıyorum.

Belki de bir bunalım geçiriyorum. Asla emin olamıyor insan, bu kadar tereddüde ve güvensizliğe boğulunca. Zamana sığamıyor insan her şeye kendi çözümünü getirdiğinde. Kafandaki düzen oturmuyor hayata, çünkü  okyanuslar küçük bardaklara sığmaz.

Duygular cinsiyetlere göre değişiyor. Kadınlar daha şiddetli yaşıyor duyguları, bir anda yanıp bir anda sönüyorlar, dışa vuruyorlar. Erkeklerin duyguları daha derinde, daha sessiz, daha yalnız, daha hüzünlü. Bir kadını darmadağın olurken seyredebilirsin fakat bir erkeğin çöküşü zifiri karanlıkta ve kimsenin göremeyeceği anlarda olur.

Yanlış yapmamış olmak istediğiniz anlar vardır. Keşkeleriniz vardır. Onlardan kurtulduğumu sanmıştım, yanılmışım. Geçmişime dair düzeltebileceğim çok sayıda şey var. Şu an ne kadar ciddi ve samimi olduğumu bilmiyorum fakat bu dürtü engellenemez. Belki de irademin zayıfladığı bir an bu sadece ama bir kez de olsa olan bir şey artık vardır, gerçektir. İki kez ve daha fazla olan ise sıradandır.

Kendimde çok fazla insan görüyorum. Daha önce söz etmiştim, kalabalık bir iç dünyam var. Hangi gün kimi oynayacağımı ben bile bilmiyorum. Yaradılışım kaypak.

Sokaklar soğuk ve ıslaksa ve sen yalnızsan düşünecek çok şey buluyorsun. Üzülecek çok şey buluyorsun. Devam etmeni sağlayacak çok az şey kalıyor.

Gün doğumlarının ve gün batımlarının bir sonu yok. Şafak ve gurup biz öldükten sonra da devam edecek. Belki de bu kadar kafa yormamak gerek zavallılığa ve hüsrana dair.