14 Mayıs 2014 Çarşamba

gerçekten düşününce neler yapıyor insan

uyumadığın bir gecenin ardından şafağa bakarsın apartmanların arasından ve yorgunluğun yanı sıra dinginlik hissedersin kalbinin oralarda bir yerde zira sessiz olur şafakları. şafakları güzel yapan budur, sessizlik. sabah ayazının derini kesen soğuğuna bu yüzden aldırmazsın. bir süredir içimde dalgalanan öfke ve memnuniyetsizlikten eser yok şu an. şu an şafağı izler gibiyim; sakin, huzurlu. kendimi ifade etmekten başka bir şeyi düşünmüyorum şu an. zaten düşünce biçimim yansıyor son zamanlarda yazım tekniğime. uzun zaman sonra ilk defa bir anlığına da olsa bir hırsa veya motivasyona, endişeye, öfkeye, aceleye, görev duygusuna, kısaca bir dürtüye ihtiyaç duymuyorum. uzun zaman sonra ilk defa bir anlığına da olsa meşgul olmak yerine, bir işle uğraşmak yerine dinlenmeyi seçiyorum; kendimi işten de, insan ilişkilerinden de, eğlenceden de, akıştan da soyutladım şu an. sadece düşünüyor ve yazıyorum her etkinin bir tepkisi vardır prensibine bağlı olarak. ben bu gece bu kelimeleri insanlığın birikiminin bir köşesine fırlatırken öylesine fazlasıyla uzun tırnaklarım, esasen bu kadar uzun olamaması gereken tırnaklarım çünkü yaptığım sporda tırnaklarımın uzun olması yasak. ama uzun kalacak tırnaklarım bu gece. zira bu gece hayatın kalanına dair hiçbir şey benden içeri kabul değil ben istemediğim sürece ve şu an gerçekten istemiyorum. bu anlattıklarım nereye varacak bilmiyorum. psikolojik açıdan bu yazının alt metni nedir bilmiyorum. bilmek de istemiyorum. en azından şu an. bu nirvanaya ermek değil, bir anlığına aydınlanmak değil, bir nöbet değil, o değil bu değil şu hiç değil, sadece bir şey. şey olarak kalsın zaten ad almasın. ismi olması bir şeyi daha iyi yapmıyor. daha kötü de yapmıyor. birini öldürdükten sonra bu eyleme cinayet demesek de o kötü bir şey olarak kalacak. ama öte yandan bir kötü ismini ortadan kaldırsak sadece bir şey olacak. ahlak kavramı yok olacak. bunda yanlış veya kötü veya çarpık bir şey görmüyorum. o zaman şeyleri şey olarak bırakalım. daha basit yaşayalım. ben yirminci yüzyılın son demlerinin çocuğuyum; yirminci yüzyılın yıkımını ve değişim açlığını ve düzen ihtiyacını ve ahlaka bağımlılığını ve özgürlük aşkını ve saf öfkesini taşıyorum içimde tıpkı yirmi birinci yüzyılın eğlence bağımlılığını ve paraya esaretini ve ahlaksızlığını ve başarıya açlığını ve vurdumduymazlığını ve bencilliğini ve tüketme tutkusunu ve kimliksizliğini içimde taşıdığım gibi. uğruna savaştığımız her şey bize atalarımızdan miras ve savaşmadığımız ne varsa uğruna savaşacak bir şeylerimiz olmadığı için. böylesine hiçliğin ortasına savrulmuş bir kuşağın konuşmaktan, düşünmekten ve en önemlisi yüzleşmekten korkmayan bir üyesiyim. ne olmuş anlamsızsak, ne olmuş bir boka yaramıyorsak, ne olmuş amaçsızsak. inanacak bir şeye sahip olmak zorunda değiliz, aidiyet duygusuna muhtaç değiliz, birilerine hesap vermekle yükümlü değiliz. yarınlar için yaşamayalım, bugünler için de yaşamayalım, carpe diem değil beybi. kimse geçmiş için yaşamaz zaten. yaşamak istediğimiz için yaşayalım, yaşıyor olmak bize yettiği için yaşayalım, ölmek istemediğimiz için yaşayalım, yaşamayı seçtiğimiz için yaşayalım. kaybolmaktan korkmayalım. kaybolsak bile bir yere çıkış oluyoruz, çıktığımız yerden devam edelim yolumuza. zaman kavramı olmasın böylece kendimizi anlamlandıramayalım. anlamları sevmiyorum. eylem ve düşünce, bu ikisi yeter bize. anlamlar, ahlak, kurallar, amaçlar gereksiz. ifade yeter. sadece ifade. ifadeyle düzen de kurulur, işleyiş de sağlanır. bu yüzden de ifade yeter hepimize. ama her ifadenin bir anlamı var. bu gerçek işin içine girince bu iddia suya düşüyor, yalan oluyor. ama anlamlar bizi kısıtlıyor. zaman ve anlam ve düzen asla yenemediğimiz ve yenemeyeceğimiz varlıklar. çok derinlere indim, kulaklarım zonkluyor basınçtan. yüzeye çıkmak ve nefes almak istiyorum. şafağa dönmek istiyorum. tatlı şafak; bir günü daha yenmiş olduğumuzun habercisi. damağımda kiraz tadı var şu an ve kuru üzüm ve badem ve antep fıstığı ve limon. ben çakal eriğinin kütürlüğündeki netliği seviyorum. gitar tellerinin titremelerini hissediyorum şu an sanki parmaklarımın ucundalar. benim yarattığım bir hikayenin içerisinde bir yerlerde bir çocuk sarılmış annesine ağlıyor neden ağlıyorum ben anne diyor vurgulu, kederli, sorgulayıcı, çaresiz, annesine muhtaç. belki de benim o çocuk bilmiyorum. belki de kollarının arasında annesine ihtiyaç duyuyor belki de anne kokusu istiyor. belki, belki, belkiler dünyayı fethediyor. yan yana harflerden oluşmuş askerler ve yan yana askerlerden oluşmuş ordular yeşiller içinde. şafak türküsü çalıyor bir yerlerde duyuyorum. ve şey ile hayat sırt sırta vermiş oturuyorlar şimdi benim varlığımda, bir sigarayı paylaşıyorlar. hayat meksikalı bir adama benziyor şey ise ingilize. meksikalı hayat gökyüzüne bakıyor kısık gözlerle, tam öğlen güneşine. ingiliz karşısına bakıyor, duruyor öyle. göğü delebilecek olsam sadece delebildiğim için delerdim. bunları yazarken kesinlikle uyuşturucu etkisi altında değildim, hiç olmadım, hepinize iyi geceler dilerim.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder