25 Aralık 2018 Salı

Kapa Çayın Altını Kapa

Hikayecilikte mi, senaryoda mı, tam bilmiyorum hatta belki yanlış hatırlıyorum, böyle konularda alaylıyım, denirmiş ki 36 temel hikaye varmış. Her hikaye birinin türeviymiş. Bana inandırıcı gelmiyor. 36 hikaye 36 kader demektir. Kader 36 ana başlıktan daha kalabalık.

Çünkü şunu biliyorum; ben şimdiye kadar 36'dan fazla kaderle karşılaştım. İyi günlerim, kötü günlerim, koştuğum günler, yattığım günler, evimdeki günler, uzaktaki günler, yalnız günlerim ve paylaştığım günlerim; hepsi bir arada 36'dan fazla kader eder. Senin de; dik ve mağrur durduğun günlerin, uçurumdan düşmüş bir araba gibi paramparça olduğun günlerin, kendini uçurumdan attığın ve ellerin kanasa bile o uçurumu geri tırmandığın günlerin, çocuk olduğun günler, yaşlı olduğun günler, hepsi 36'dan fazla eder.

Daha önce bin kere söylediysem yine söylüyorum; insan hayatı dalga gibidir, yükselir ve alçalır. Bu hareketlenmeler içinde kendine özgü tepkiler alır senden ama öte yandan da bazı genel tepkilerin vardır. İster yüksel, ister alçal; derin bir soluk alıp sessizce, sakince, sabırla ve berraklıkla dalgayı izlediğin bir an vardır. Dalganın eğiminin en alt türevine indiğin, 1 hizzasından baktığın bir zaman aralığı yakalarsın. Ben şu an 1 hizzasındayım ve sanırım bindiğim dalgayı şu an göremiyorum. Ama çok başka şeyler görüyorum.

Aslında bu berrak anlar üretken olmak için iyi değildir. Çünkü üretim seni o andan dışarı çıkarır. Yarattıkça dalgaya dönersin. Berraklık biraz da hareketsizlikten, eylemsizlikten gelir. Ama dedim ya, çok başka şeyler görüyorum. Kendimi anılarımda görüyorum; nasıl davranıyorum, nasıl konuşuyorum, nasıl görüyorum, bunlar gözümün önünde şimdi. Size daha önce neleri hangi koşullarda yazdım, bunlat gözümün önünde şimdi. O soğuk, Kuzey İstanbul'daki o iki ya da üç günün soğuğu, bu tenimde şimdi.

Biz soldan sağa doğru yazarız. Dolayısıyla çizgi çekerken de soldan sağa çekeriz. Soldan başlar, sağda biter. Güneşi geri çeker gibi hareket eder elimiz. Dolayısıyla şu an zamanın sağını değil solunu düşünüyorum dersem herkesin anlayacağını varsayabilirim. Ama niye? Şu an geçmişe bakmanın sırası değil çünkü. Zaten geçmişe bakmak bizi, hepimizi bu hale getirdi. Biz halk olarak geçmişe baktıkça bu hale geldik. Geleceğe baktığımız son zamanı hatırlayamazsın ama bilirsin, okudun çünkü, dinledin, öğrendin. Yakında yüz yıl olacak bak yüz yıl. Yüz yıl önceymiş son geleceğe bakmamız. Şimdi daha mı iyiyiz? Bakın ben kendimden biliyorum; geçmişe bakmanın bir faydası yok. Yani kalmadı artık. Ben biliyorum ki sola bakmaya devam edersem sağa gidemeyeceğim çünkü görmediğim yolda nasıl yürüyeyim?

Ama aslında anlatmak istediğim bu değildi. İki kademeli bir vaziyet bu; anlatmak istediklerim var bir de üstüne anlatmak istemediklerim var, bilinçli olarak istemediklerim. Daha kendim inanmadıklarım var ya; mesela az önce ne anlattım ben? Yok ki ulan benim öyle geçmişe dalıp kaybolduğum. Aksine demek abartı olacak ama, aksine, ben her zerreme kadar bugüne gömülüyüm. Son cümle tatmin etmedi değil mi? Tam olarak bunu uyarmaya çalışmıştım. Neyse. Bakın benim saçmaladığım şeylerde, yani aslında kendimde, bir yaşamadığım, yaşamayacağım hayatları yaşama fetişi var. Bu büyük bir itiraf oldu ki zaten freni kopmuş kamyon gibi giderken artık ne nedir çok da bakmamak lazım.

İnfilak edecek gibi yazıyorum çünkü acısı anca vurdu, çünkü hala yürüyorum ve destek gerek görmeksizin yürüyorum ama ateşin içinden çıktım daha çok yeni. Hani hastanın inlemesi değil de sessizliği daha kötüdür ya, öyle işte benim de yaptığım. İnlemek. Yanıklar geçince inlemeler de kesilir.

Ben derdimi biliyorum. Beni ben delirtiyorum. Yani benle konuşmaktan başka yapacak bir şeyim kalmayınca deliriyorum. Bulaşık yıkamaya kalkınca mesela, frenler tutacak. Ya da müzik açsam, dinlesem bir şeyler. Sokağa çıkarım, telefonda konuşurum, esnafla muhattap olurum, frenlerim tutar. Ben kendime mi katlanamıyorum?

Bir de kendini sevmek vardır bak, büyük bir olay olarak lanse edilir, abartılır. Bak daha rengimi ilk cümleden belli ettim. Kendimle ilgili bu var çünkü; kendimi seviyorum desem abartıyorum gibi geliyor. Kendimden nefret etmiyorum, bu kadarı kesin. Ama kendime karşı baskın bir duygum da yok. Kendime kızıyorum ama kızgın değilim, kendime dair üzüleceğim hiçbir şey yok, kendimle mutlu olmak yine abartı ama memnunum kendimden, kendimden korkmuyorum. Falan filan. Bence durumu çok güzel özetledi bu son. Falan filan işte.

Kendime karşı böyleyken, daha uzak bir noktaya çıkalım beraber; kendine karşı böyle biri insan sever mi? Bu dünyada çocuklar olmasa belki de sevmezdi. Baba olmak isterim çünkü. Günü gelince baba olmak isterim.

Cevaplarım var. Vardı. Basın toplantısı gibi oldu; biz sorduk, ben cevapladım. Cevap vermek beni rahatlatmadı. İçimi dökmek beni rahatlatmadı. Esip gürlemeyi seven bir arkadaşım var benim, biraz da aklımda o varken söyleyeyim bunu; beni rahatlatan kuru gürültü değil sonuçtur. Elde ettiğimde rahatlarım ben.

Ya aslında ben gene bana en iyisini söyleyeyim kendime. Siz, yani çoğunluk, nefret edersiniz bu laftan ama bana iyi gelir. Olur öyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder