6 Aralık 2023 Çarşamba

Maviyle Mor Arası Bir His

Kendimi çok yordum. Biraz dinlenmek istiyorum. Tadım kaçtı. Bazı şeyler hala daha zevk verse de yalın kaldığımda bir keyifsizlık hasıl oluyor bünyemde. Bir vazgeçmişlik var üstümde. Hayatımı bir kenara atmadım tabii, ama bazı ilgi alanlarımı, bazı heveslerimi terk ettim. Yakıtım bitti bir nevi. Beni ileriye itmeye devam edecek o iç kaynağı tekrar toplamak için vakte ihtiyacım var.

Algıda seçicilik yapıyorum bir süredir. Dünyadaki hemen hemen her kurgunun, her yapının, her düzenin tepedekileri aşağıdakilerle beslemekten ibaret olduğunu düşünüyorum ve dünyada bu düşüncemi, bu görüşümü besleyen şeyleri buluyorum. Bakın, bunlar kanıt hep. Kafamın içinde bu cümle çınlıyor. Bakın, bunlar kanıt hep. Akşam altıda sırtımda bilgisayarım işten eve dönerken, bacaklarım tutmazken bir lokantada bilmem kaçıncı kadeh şarabını içip dedikodu yapan benim yaşlarımda birine bakıyorum ve kendimi teyit ediyorum; bakın, bunlar kanıt hep. Aile evimdeki odamda otururken, kendi kendime yaşayabileceğim bir çatım ve dört duvarım olmadığı gerçeğiyle yüzleşirken tekrar ediyorum. Bir adamı bir maç önce göklere çıkarıp bir maç sonra itin götüne sokmalarını insanların fark etmekten kendimi alamazken, kanıt işte bunlar. Hepi topu pop şarkıları söyleyen rastgele bir Amerikalı beyaz kadına peygamber hürmeti gösterenlere bakınca hissettiklerim beni bu görüşe daha da bağlıyor. Bu kadar ufak ve anlamsız olaylara kadar genişledi buhranım.

Göremiyor gibi hissediyorum. Önümü göremiyorum, önemli olanı göremiyorum, seçecek yolu göremiyorum. Kaçıyor gibi hissediyorum. Bana uzanan ellerden kaçıyorum, tabelalardan ve işaretlerden kaçıyorum, bildiklerimden kaçıyorum, varolandan kaçıyorum.

Sanırım bunları epey daha önceden söylemem gerekirdi. Belki o zaman söylesem daha iyi hissettirirdi. Şimdi pek bir şey hissettirmiyor.

Kendi kendimize ettiğimiz kötülükler bizi hep vadeli buluyor. O yüzden kendimize engel olamıyoruz. Size yalancı peygamber gibi seslenmekte kullandığım bu makina dahil olmak üzere cihazlara hakkımızda bilgi edinmesi özelliği verdik, bu bilgilerin bir azınlık tarafından toplanmasını ve yönetilmesini kabul ettik, ve şimdi bu yüzden mezbahadaki kuzular gibi yönetiliyoruz. Affedilmemesi gereken şeyleri affettik bir kere, bir kere affedince ikincisi de geldi, ikinciyi üçüncü takip etti, ve böyle böyle suç bir saygınlık aracı oldu, orospuluk bir hak oldu, ırkçılık olağan oldu. Ayağımızı sağlam basabileceğimiz toprakları, suyunu içebileceğimiz ırmakları, dallarının altında korunabileceğimiz ağaçları yok ediyoruz ve bu yüzden yerimiz daralıyor, yerimiz daraldıkça kalan alana sığmak için birbirimizi telef ediyoruz.

Uzun bir yazı olabilirdi. Uzun yazıya takatim yetmiyor ama. Düşünmeye mecalim yok. Yaşadım diyebilmek için yaşadığım bir dönemden geçiyorum, bu da yazdım demek için yazdığım yazılara yol açıyor. Kendimi ifade etmek dahi istemiyorum. Büyük, engin bir umarsızlık; bunun içinde süzülüyorum.

1 Aralık 2023 Cuma

Yeryüzünün En İğrenç Canlıları

1975 yapımı bir film var, Hollywood filmi. 70'ler ABD'nin zor zamanları; enflasyon, siyasi skandallar, Vietnam savaşı, hala devam eden anti-komünist propaganda, artan suç ve güçlenen mafya, sendikalarda sorunlar ve başka türlü dertler. Bu film o dönemde medyanın içerisinde hayatın zorlukları karşısında delice bir isyana kapılan bir haber sunucusunu ve medyanın ondan ve onun temsil ettiği histen, tavırdan, inançtan, isyandan nasıl istifade ettiğini, bunu nasıl sömürdüğünü anlatıyor. Filmi izlerken ne güzel diye düşünebilirsiniz, düzen karşıtı bir film, toplum eleştrisi yapan bir film. Ama işte sorun şu; film özellikle 70'ler için bayağı iyi kar ediyor ve 4 Oscar kazanıyor, yani film sistemin faydalarından güzelce yararlanıyor. Filmin metninde medyayı reddetmek var, kendi fikilerini savunma talebi var, kurulu düzene isyan var ama kimse bu filmden yola çıkarak doğrudan, hissedilir bir değişime gitmedi, yeniliğe gitmedi; kimse filmi dinlemedi. Dünya 70'lerde de götünün üstünde oturdu ve şimdi de götünün üstünde oturuyor. Bunun yerine filmde eleştrilen insanların, kurumların, sistemin beklentilerini karşıladık ve karşılamaya devam ediyoruz. 

Gerçek bir duyguyu ve insani bir tepkiyi al, süsle, sat, para kazan, tam olarak eleştirdiğin şeyi yap ve böylece mesajını piç et. Safkan kapitalizm. Kaptializmi yıkmayı bu kadar zorlaştıran şey bu. Kapitalizmde her şeyi ama her şeyi satabilirsiniz; düşmanınız, onun silahları ve onun iddiaları dahil.

Günümüzde aynı sıkıntılar yaşamaya devam ediyor. Türkiye ABD değil ama enflasyonumuz var. Siyasi skandallarımız var. Suriye'de, Ukrayna'da, Filistin'de savaş var. Sağcılık sadece Türkiye'de değil tüm dünyada güç kazanıyor. Suç artıyor. Koşullar aynı. İşin çirkin yanı, olan bitene itiraz etmek, isyan etmek istersek başımıza gelecek şey de 70'lerde olanla aynı. Bir isyan çıkacak, bu isyan sonra üretim hattına itilecek, ürün olarak şekillendirilecek, pazarlanacak ve satılacak. Bir noktadan sonra bu isyanın modası geçmiş bir ayakkabıdan ya da artık sıkmış bir hit şarkıdan farkı kalmayacak. Ama bir tepki vermemek de mümkün olmadığına göre, bu başarısızlığa mahkum hamle öyle ya da böyle gerçekleşmek durumunda kalıyor.

Kendimiz için iyi bir şey yapamıyoruz. Bundan aciziz. Bir şekilde suyun başına oturabilen kim varsa onlar istediğini elde ediyor ve geri kalanımız kendi kendimize zarar verip duruyoruz. Kimimiz bundan gurur bile duyuyor. Bu aptallık, bu açgözlülük, bu kötülük mide bulandırıyor. Yeryüzünün en iğrenç canlılarıyız.

16 Kasım 2023 Perşembe

Keşke Bedeli

Kendime dair daha fazla anım ya da anektodum olsaydı; mevsim geçişlerinde depresyon yaşıyor muyum daha iyi hatırlardım. Kendimi daha iyi tanısaydım, canımı neyin sıktığını düşündüğümde bir cevabım olurdu.

Olduğum kişiden şikayetçiymişim gibi geliyor kulağa. Değilim. Çelişkileri belirgin biriyim. Yıllar bunun altını daha da çizecek zannederim.

Hayatımın en kötü döneminde olmadığıma eminim. Ama hayatımın en kötü dönemi ne zamandı diye sorsanız söyleyemem. Az önce yazdım; kendimi daha iyi tanısaydım, canımı neyin sıktığını düşündüğümde bir cevabım olurdu.

Keşkelerim yok. Hayatımdaki seçimlerden ve geldiğim noktadan pişman değilim. Pişmanmışım gibi hissettiğim oldu, ben de insanım sonuçta, ama ezcümleye geldiğimizde pişman değilim. Ama bu saatten sonra olmayacak şeyleri istiyorum. O da olsun, bu da olsun, hayatta eksik olduğum bir şey olmasın, her şeyde istisnai olayım, her şeyin istisnaisi benim olsun. Bu da oldukça insan bir hayal sanırım.

Kaldı ki elimde olan şeyler zaten bayağı iyi. Daha ne istiyorsun lan pezevenk? Birilerinin zamanında Napolyon'a, Büyük İskender'e, Jeff Bezos'a sormadığı o soruyu kendime soruyorum. İşte istiyorum bir şeyler, Pezo Cef kadar değilim ama istiyorum bir şeyler.

Can sıkıntısı bir arabada gaza ve frene aynı anda basmaya benziyor.

Sanırım koşu bandı hissiyatı sıkıyor beni. Bu henüz bir teori. Duygunun kendisini açıklamak kolay; koşup koşup bir yere varamama hissi; koşu bandında koşar gibi. Tekerinde koşan bir hamster gibi. İçimdeki sıkıntıyı yazmanın bir amacı da yazarken bir şeylere aydınlanmak. O yüzden bu henüz bir teori. Test aşaması şimdi başlamış gibi düşünün. Çıkan sonucu belki yazarım, belki yazmam. Çünkü bu yaşadığım şey belki önemli, belki önemsiz.

Kim olursan ol geçmişindeki hataların cezasını çekersin ya; benim geçmişimin cezaları migren gibi mi yoksa? Düzenli değil, neyin tetiklediği konusunda fikir var ama kesin bulgu yok, kendini hissettirdiği zaman zulmediyor ama atlattıktan sonra yaşamaya devam etmesi hızlı ve kolay. Ya böyle ya da kendine acımanın ezgisine güfte yazınca sonucu böyle oluyor.

Bilmem kaçıncı kez keyifsiz cümleler kuruyorum, bilmem kaçıncı kez bıkkın, huysuz ve alaycıyım; ama işte şimdiye kadar öğrenmediyseniz artık şu an öğrenmeniz lazım, ben keyifliyken, mutluyken yazmaya ihtiyaç duymuyorum. Buraya bu kadar seyrek yazmama bakıp beni genelde mutlu zannedebilirsiniz, o da yanlış. Normal bir insandan daha sık mutlu olmuyorum. Her daralmamda illa buraya yazmıyorum, sebebi bundan ibaret. Bugün buraya dökülesim geldi.

Kendime dair şuna inanıyorum; hayatın vasatlığını erken gördüm, hayatın vasatlığıyla erken barıştım. O yüzden yırtınmıyorum daha da iyisi, daha da fazlası diye. Yeri geliyor istiyorum, yeri geliyor uğraşıyorum da, ama arzumun ve ihtirasımın sınırları var. Çünkü gördüm; çok zenginlerin dahi, çok güçlülerin dahi, çok özgürlerin dahi şu hayatta sıkıcı tecrübeleri var, öfkeleri, korkuları, acıları, kıskançıkları, yetersizlikleri var. En zirvedeki kişinin bile keşkesi var. Keşke hissinden iğreniyorum. Tekrar etmemde fayda var, keşkem yok benim. Ancak insanın keşkesinin olmamasının da bir bedeli var. Bu bedeli ödüyorum, ama bazen öderken zorlanıyorum. Deminden beri kelime kelime yağdırdığım bütün bu zırıltının da ezcümlesi bu işte; keşke dememenin bedelini ödemek bazen zorluyor insanı.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Bahçıvanlık

Bahçıvanlık zor iş. En başında yaratmak zor bir iş. Can yeşertmenin, büyütmenin, güzellik ortaya çıkarmanın emek, zamanlama ve şans istediği muhakkak. Ancak iş bununla sınırlı değil.

Detaylarına ineyim bahçıvanlığın. Bir çiçek ektin mesela, yetiştirdin, güneş almasını sağladın, suladın, gübresini verdin. O çiçek açtı. Güzel bir çiçek oldu. Sonra zamanın eli yolmaya başladı yapraklarını. Çiçek ölmeye yaklaşıyor. İstiyorsun ki çiçek yaşamaya devam etsin. Ama koca bir bahçe var, yapacak çok iş, bakacak çok bitki var. Bahçe o çiçekten ibaret değil. Ama o çiçek de ölmesin istiyorsun. Çiçeğin fazla vakti yok. Acil müdahele lazım. Nasıl canlı tutacaksın o çiçeği? Ölmekten nasıl kurtaracaksın?

Daha ortada bir tutam çimen dahi yokken işlemeye başlıyorsun toprağı. Toprak verimli, su bol, hava güneşli. Bahçeyi yaratmaya başlıyorsun. Çimenler çıkıyor, tohumlar fidan açıyor, bazıları ağaç bile oluyor, ağaçlar meyve dahi veriyor. Renkli, canlı, güzel bir bahçe. Ve daha da güzel olacak. Ama bir sabah, hiç hesapta yokken, kuraklık oluyor. Susuzluk bahçeyi kurutmaya başlıyor. Ne yapıyorsun, ne ediyorsun su buluyorsun. Suyu buluyorsun haşere basıyor bahçeyi. Ağaçların köklerini yiyorlar, tohumları yiyorlar. Başka çare yok, ilaçlıyorsun bahçeyi. Kendi ellerinle zehirliyorsun yaratını. İçin kan ağlıyor. Toprak gördüğü zarardan çoraklaşmaya başlıyor. Kavga kıyamet bereketini savunuyorsun toprağın. Ama işte artık o bahçe senin güzel günlerini yaşattığın bahçe değil artık.

Bir bahçen var. Bu bahçeye ikinci bir bahçıvan getirmek istiyorsun. Kimi bahçıvan şanslı (benim gibi), ikinci bahçıvan bahçeye senin gibi bakıyor, seninle uyumlu çalışıyor. Ama kimi bahçıvan da başka düşünüyor. Mesela istiyor ki hiç sebze olmasın, hep çiçek olsun. Ağacın yerini beğenmiyor. Sırf beğenmedi diye ağacı kesmeye kalkıyor. Sen bahçıvansın diyorsun, ağacı kesmek ne demek, saçmalama, bahçeye ihanet bu diyorsun. O da seni suçlamaya başlıyor. Sulamayı yanlış biliyor ya da, az su veriyor, belki de aşırı suluyor. Öyle öğrenmiş ve asla fikrini değiştirmiyor. İki bahçıvan arasındaki anlaşmazlık bahçeyi harap ediyor.

Bahçıvanlık çok emek istiyor ama her zaman o emeği harcayamıyorsun. Yeri geliyor mecalin kalmıyor. Bahçe su istiyor, sulamaya elin gitmiyor. Ayrık otları koparılmalı ama belin o kadar tutuk ki eğilemiyorsun bile. Ağaçların dalları budanmadığı için sebzelerin güneşini kesiyor ama merdiveni ağaca kadar bile taşıyamıyorsun. Bahçenin solması seni daha da yoruyor, yoruldukça bahçeyle ilgilenemiyorsun. Bu sarmalın sonucunda bir avuç çorak toprak kalıyor geriye. O çorak toprağın tekrar bahçe olması bahçıvana kalmış.

Bazen bahçeni kurduğun yeri değiştirmen gerekiyor. Yeni topraklar, yeni tohumlar. Şahane bir bahçen olabilir, ama tanımadığın toprakta, tanımadığın fidelerle, tanımadığın iklimle başarısız olma ihtimalin de var. Ama sen bahçıvansın, işin bahçe oluşturmak, o bahçeyi yaratmazsan ne yapacaksın? Başka bir yerde bahçe kurmak zor bir düşünce ve zor bir eylem. Daha önce kurabildiğim için kendime güveniyorum çok şükür.

Çevre sadece senin bahçenle de sınırlı değil. Başka bahçeler de var. Bazı bahçıvan çok zengin ve muazzam bir bahçe kuruyor. Bazı bahçıvan uyanık ve bahçesini olduğundan daha güzel gösteriyor. Bunların hepsini kolayca görebiliyorsun. Bahçıvan var o kadar güzel bir yer bulmuş ki kendine, ne yaparsa yapsın bereketli oluyor bahçesi. Çalıntı bahçeler var. Kimisini kıskanıyorsun. Kimi bahçe seni sinirlendiriyor. Bazı bahçeler ürkütüyor seni. Ve günümüzde diğer bahçeler o kadar göz önünde ki ilgisiz kalamıyorsun. Yeri geliyor kendi bahçeni unutuyorsun. Başkasının bahçesi saplantı oluyor. Unutma bahçeni.

Herkesin bir bahçesi var. Büyük olur, küçük olur, renkli olur, işlevsel olur, bakımlı olur bakımsız olur. İlk işin kendi bahçeni yaratmak. Sonra onu koruyacaksın. Sonra diğer bahçelerle uyumunu sağlayacaksın. En sonunda da bütün bahçelerin canlı kalması için tüm bahçıvanlarla birlik olacaksın. Çünkü bu dünyada bir ya da çok sayıda bahçıvan gelip senin bahçene göz dikebilir. Bahçeni koruyacaksın. Bahçıvan olduğunu unutmadan bahçeni koruyacaksın.

Bahçıvanlık zor iş. Ama bahçıvansın sen. Senin işin bu. Bir bahçen var senin, artık değişmeyecek bu. Bu bahçeye bakmak zorundasın. Madem zorundasın, en azından iyi bak bahçene.

25 Ağustos 2023 Cuma

Herkes Herkese Öfkeli

Her şey Anadolu'nun artık bayındırlığı hak etmediğine karar verildiğinde başladı.

Hayır, hayır. Daha öncesi var. Her şey Arapların yeni bir dine inanmasıyla başladı.

Hala daha öncesi var. Her şey kaynakların ölçülü ve makul paylaşılmamasına itiraz etmeyen ilk toplulukla başladı.

Daha da geriye gidebiliriz belki. Her şey homo sapien cinsinin gezegendeki bilinçli düşüncesinden bir şeyler üretebilen ilk canlı türü olmasıyla başladı.

Yetmedi. Her şey ilk kara canlısının evrimdeki yeni halka olarak varolmasıyla başladı.

Bunun dahi öncesi var. Her şey büyük patlamayla başladı.

Burdan daha geriye gidemiyoruz artık. Ama önemli değil. Aslında bunların hiçbiri önemli değil. Geçmiş, senin ve benim geçmişim, toplumun geçmişi, gezegenin geçmişi, varlığın geçmişi, hiçbiri önemli değil. Onlar öncesi artık. Bitti. Geri dönüşü olmaksızın gerimizde. Ve hep oradalardı. Bizden önceki insanlar, anne babalarımız, atalarımız; onlar da bu geçmişten gelerek bugünlerini yönettiler. Bazısı sadece mutluluk gördü. Bazısı sadece hüzün yaşadı. Nesillerden biri aydınlığı var gücüyle karanlığın içine itti, bir sonraki o karanlıktan kan ve acı içinde aydınlığı geri çekti. Çoğu nesil de kayıtsızlık ve boşluk içinde yaşadı, öldü ve gitti. Her nesil, geçmişten birikenleri kullanarak bir bugün yarattı. Biz de kendi yaratım sürecimizin içerisindeyiz. Ve öfke yaratıyoruz.

Herkes herkese öfkeli. Herkesin bir hıncı, intikamı var. Herkesin tramvaları var. Ailelerimizle küsüz, arkadaşlıklarımızın içi sinsilik kaynıyor, ilişkilerimiz sorunlu, işlerimizden tiksiniyoruz, toplumdan şikayetçiyiz hep. Biri çocukluğunun düzeninin yıkılmasına kızdı ve hıncını kanla, kurşunla, barutla çıkartıyor. Biri çağdaşlıktan nefret etti ve yirmi birinci yüzyılı gericilikle boyadı. Ten rengini sevmediği için diziyle boğdu bir adam bir başkasını. Uzaya turistik seyahat yapabilecek imkana sahip biri var ki dünyaya dair herşeyden ama herşeyden nefret ediyor. Bunca olumsuzluk, bunca acı hep öfkeye gidiyor, hep öfkeye.

Öfke sadece bu nesle ait değil. Ama öfke, bu neslin heybesinin en içindeki, en yüreğindeki duygu. Dünyanın her yöresinde, en ortak paylaşılan duygu öfke. Yaşlısından gencine, bu zamanlar öfke getirdi.

Ben bunu nasıl kıracağımızı bilmiyorum. Ben bunu kırmak isteyip istemediğimi de bilmiyorum. Ben sadece içinde doğduğum bu devrin  özünde bu hissin olmasına... öfkeleniyorum.

Hayat bundan daha farklı olmalıydı. Olmuş çünkü. Ya da ortada bir yalan var.

12 Temmuz 2023 Çarşamba

Küfür Kıyamet Anlattım Bir Şeyler

Burayı uzun zamandır boşluyordum. Çünkü hep aynı konuları döndürüp döndürüp duruyorum. Bu açılışı bilmem kaç kere yaptım. Çünkü dış dünyaya dair bir şey değişmiyor. Dünyaya dair sorunlarımıza en son on küsür süre önce güncelleme geldi ve o günlerden bugünlere bir şey değişmedi. Akıllı telefonlar gibi; aynı bok, farklı kaplama. Her günün her anı SİKİCEM AMA diye patlama yaşamaya müsait. Bu dünyayı bugüne getiren olaylar zincirini başlatanlar kimlerse afferin amına koyduklarım. Afferin. Bu kadar küfür etmeyi beklemiyordum kendimden ama demek ki vaziyet kaşınıyormuş. Berbo ruh halinde rahat eden bir adamım ama bu kadarı da fazla. Çemkirmekten başka bir şey düşünemiyorsam eğer burada bir kepazelik var. Ve topyekün olarak dedik ki YETMEZ AMINA KOYAYIM DAHA DA KEPAZELİK. Dil, din, ırk ayrımı olmaksızın hep birlikte sıvadıkça sıvıyoruz. Şu an yeğenlerimden kaç tanesi depresif olacak büyüyünce onu düşünüyorum. İçim şişiyor. Aslında bir şey anlatmıyorum. Belki de noktalama işareti kullanmamalıydım, ratatatatatatatatatatatata saydırmalıydım. Ama o ivme yok içimde. Bir kanalın içinde ilerliyorum. Ucu bombok bir yere çıkıyor. Geldiğim noktada servet düşmanıyım, faşizan bir eğilimdeyim, antisosyalim ve alkolizm batağına düşmediğim için şanslıyım. Böyle yazdığım zamanlarda bunları okuyan biri beni arayacak ya da mesaj atacak diye ödüm kopuyor. Neyse ki yazdıklarımı 3 yılda 22 kişi falan okuyor. Neoliberalizmi de sikeyim, popülizmi de sikeyim, piyasacılığın ta amına koyayım, sosyal medyaya sokayım. Sesini duyurabildiği için söylediklerini önemli zannedenleri ayrıca sikeyim. Evet, EVET, ironiyi görüyorum. Şu yazdıklarım kendimi o gruptan ayrı tutacak kadar kibirli ve hıyar olduğumu mu iddia ediyor? Neyse. Ortalama zekanın sıfır ile bir arasında bir değerde olması bizi bitiriyor. Yarın üç otuz paraya sekiz saatimi heba edeceğim. Heba edeceğim sekiz saat için yedi saat uyuyacağım. Kalan dokuz saati de sik sok şeylere kaybedeceğim. Kuru otuz bir gibi bir hayat. Bunun çıkışı nerede?

5 Şubat 2023 Pazar

Tavuk Ve Viskinin Tepkimesi

Yine kar yağıyor ve yine buraya yazıyorum; kar yağışının üzerimde yaratıcı bir etkisi var. Yakıt olarak tavuk ve viski kullanıyorum bu gece ve ham petrol kullansam belki daha iyi. Ama elimde bu var. Bununla idare etmek durumundayız. Sen, ben, hepimiz. İnsanoğlu elinde olanı kullanarak hedeflerine ulaşmak zorunda. Bu cümlenin ardında koca bir bilim dalı yatıyor ve ben bu bilim dalının eğitimini aldım. Amaçlarla, düşlerle, hırsla imkanlar ve yetiler arasındaki dengesizlik bizi çileden çıkaran unsur zaten. Çok çeşitli örneklerini uzaktan gördüm, yakından gördüm, tanıdım, dost oldum, sevdim. Bizzat kendim çileden çıktım. İnsan olma tecrübesinin bir parçası olarak bu çileyi hepimiz çektik.

İnsanın kendini riske atması, farklılıklara açık olması, bilinmeze karşı cesaret sahibi olması aklıyla ne kadar barışık olduğuyla doğru orantılı. Duygularıyla değil, geçmişiyle değil, ilkeleriyle değil; aklıyla.

Esler arasında bağlantı aramayın. Bölük pörçük bir dünyanın içerisinde, kurgusu olmayan bir düzenin akışında insanın bütünlük sahibi olması pek mümkün değil. Omurgalı olmak, tükürdüğünü yalamamak, geri vites yapmamak; bunları geniş zamana yaymak pek olası değil. Kazanacağın ve kaybedeceğin kavgaları iyi seçmek önemli. Tüm dünya bir yere varamayacak adımlarla ilerliyor; hep beraber sağduyuyu ve mantığı siktir ettik. Hayat dediğimiz ağaçtan erişebildiğimiz kadar çok meyve koparmaya çalışıyoruz. Altı milyar mı, sekiz milyar mı, kaç kişiysek kaç kişiyiz işte; herkese yetecek kadar meyve yok ve bu sebepten ötürü birilerimiz mahrum kalacak. O mahrumiyet üzüntü yaratacak, umutsuzluk yaratacak, öfke yaratacak. Şimdi bağ kurabiliyor musunuz?

Kişinin kendisi olması nasıl oluyor? Açıklama yapmamı beklemeyin. Düşünün sadece. Düşüncelerinizi açıklayabileceğinize güveniyorsanız bana açıklamayın ama, ilgilenmiyorum. Başkalarıyla ilgilenen bir insan izlenimi bırakıyor muyum buraya yazdığım bunca cümlenin ardından? Allah korusun.

Yine de size sesleniyorum değil mi? Diyorum size, darmadağınız. Tutmuyoruz.

Sanırım sanat huzur bulmak için, teselli bulmak için, yanıt bulmak için. İkna olmak için. Çünkü bazen ölmemekten fazlasına ihtiyaç duyuyoruz. Böyle anlarda aradığımız şey günlük hayatta, sıradanda olmuyor. Sanat burada dahil oluyor.

Viski bana burada yardımcı oluyor. Alkol bütünlüklü kalma içgüdüsünü baskılıyor. Alkol sevmeyenlerde bütünlüklü kalma ihtiyacı ya da bütünlüklü kalmadan alınan zevk yüksek oluyor. Ben bütün kalırken çok yoruluyorum. Dağılmak beni dinlendiriyor. Sanırım bokla barışığım. İnsanın aklıyla barışık olmasını övdükten hemen sonra bokla barışık olduğunu ifade etmek çok ikna edici değil, kabul. Ama barışık olma hali çok da mantığa dayandırılmaya ihtiyaç duyan bir hal değil.

Kendi garip ve tembel yöntemimle terazimi dengelemeye çalışıyorum. İhtiyaçlarla istekleri dengelemeye çalışıyorum. Benle sizi dengelemeye çalışıyorum. İyiyle korkuncu dengelemeye çalışıyorum. Başarılı olduğuma inanıyorum ama bana karşı çıkacak insanları da tanıyorum.

Normalde keyif aldığım şeylerden sıkıldığım oluyor ama sıkılmayı sevmiyorum.

Hikayeleriz hepimiz. Dedikodularız. Kendi hayatlarımızı büyük ve dramatik zannediyoruz, ama barut gibi, yandıktan sonra geriye bir şey bırakmıyoruz. Bir arkadaşımızın geçirdiği eğlenceli ya da boktan bir günüz, babaannemizin gururu ya da utancıyız, bir hemşirenin gördüğü en kötü vakayız, bir şoförün o günkü kavgasıyız, vesaire vesaire. Özgüvenli biri olsam da varlığımıza çok az değer biçiyorum.

Kardeşim bazen içine ağlamaktan söz eder. Bu gece gibi gecelerde ne dediğini anlıyorum çünkü dediğini yaşıyorum.

Değerli anların nişaneleri sağ kalmaz; değerli anlar sadece zihninizde barınabilir. Ama anlamsız anıların nişaneleri ölmez; civarınızda sağ kalır.

Biraz da kendimi önemsemekten uzatıyorum bu yazıyı sakız gibi. Sanki çok fazla söylenmesi ve dinlenmesi gereken sözüm varmış gibi geliyor. Bu bir yanılsama, kendimi gördüğüm dev aynasının ayna olduğunun farkındayım. Aynayı çektiğinde geriye bir insan kalıyor sadece; sıradan, altı milyar mı sekiz milyar mı, kaç kişiyse kaç kişi, onlardan biri. Ama işte o hissi tüketmem gerekiyor. Yeni annelerin göğüslerinden taşan süt gibi bir şey bu. Bana yeterli gelene kadar sağmam gerekiyor. Ve sanki hiç yazmadığım kadar uzun yazmam gerekiyor bunun için. Hissetmem gerekiyor. Hissetmem için uyarıcılar gerekiyor. O uyarıcılar alkol, müzik, anılar, düşler, kitaplar. İlham bir peri değil. İlham bir tür duman; soluman gerekiyor. Bir şeyin ilham tütmesi gerekiyor, ilhamın kokması gerekiyor.

Kendimi çiziyorum. Düz çizgi bile çizemediğim için kendimi böyle çiziyorum. Ablam güzel resimler çizen güzel bir ressam. Ben değilim. Ben bu sebeple yazıyorum.

Florence diye bir kadın var, şarkıcı. Hayranıyım. Seviyorum. Anlattığım her şeyden bağımsız ama sözünü etme ihtiyacı hissettim. Zaten bunun yegane teşviği, amacı ve sonucu bu; ihtiyaç hissi.

Umarım burada bitmemişimdir. Şimdi, sizin için bir şey değişmeyecek, ama ben... derken zaten piç oldu. Neyse boş verin. Bugünün hakkı bu kadarmış. Nasibinizle yetinin. Sikmişim hissini de, bilmem nesini de.