28 Ağustos 2011 Pazar

İnsanın Kalbinden Çıkar Bazı Şeyler

Ah, Tanrım, dayak yemiş gibiyim. Ölü gibiyim, ama bu gece buna değdi sanki. Değmiş olmalı. Yoksa kendimi gerçekten kötü hissederdim.

Bu gece bir şeyler yazıyorsam eğer, bunu O kişiye borçluyum. Onun hakkında ne düşündüğümü, ne hissettiğimi burada anlatamam, çünkü yazacağım hiçbir şey onu anlatmaya yetmez, hiç bir sözüm bizi gerçekten yansıtamaz. İşin güzel tarafı, o da bunu biliyor.

Ulan ben hiç gerçekten aşık olmadım lan. Tamam, birilerini sevdim belki, hoşlandım, onlar hakkında şiirler yazdım, ama yalandı lan hepsi, halisülasyondu, kendi kendimi kandırmaktı. Ve bazı kişilere dair hislerim olmaya devam etse de, gerçekten birine aşık olmadım daha.

Bilmiyorum, bu gece O'nunla birlikte çok şey konuştuk. Kendimizi, yaşamlarımızı, çevrelerimizi konuştuk, ruhlarımızı. Ve bir gün O'nun yazdıkarını okursanız, benim arada kaçırdığım, O'nun ise mükemmel yaptığı bir şeye rastlayacaksınız; samimi olmak, yaşadıklarınızı yazmak, kalbinden yazmak.

Daha çok şey yazardım belki, ama yazacak durumda değilim. Bu yazıyla ilgili tek derdim, O'nun bu yazıyı okuması ve yüzünde bir gülücük belirmesi.

23 Ağustos 2011 Salı

Gereksizlik Ve Vakit Harcamaya Dair

Yere yat ve yattığın yerden odadaki sana en uzak şeye ulaşmaya çalış.








Şimdi ne hissettiğimi anladın mı?

7 Ağustos 2011 Pazar

Nefret Edilmek İçin

Evdeyim. Hava sıcak. Yakmıyor, ama sıcak. Hani kışın üşürken olmasını istediğiniz o sıcak var ya, öyle sıcak. Ev biraz dağınık, biraz pis. Abartı derecede değil, annemi kızdıracak kadar değil. Önümde uzun saatler var ve hepsi boş. Aceleye gerek yok, bir plan yapıp harfiyen uygulayabilirim hatta. Tanrım, daha iyisi belki cennet olabilir.

Ürettiğimiz her şeyde tutarlılık aramak zorunda mıyız? Biraz saçma olsa sözlerimiz ve davranışlarımız ölür müyüz? Aptal bir gençlik komedisi neden Oskar alamasın? İyi hikayelerin bir başı, ortası ve sonu olmalı mı? Hep aynı şekilde dizilmeli mi? Eminim, birazcık dağıtsak biz de çok eğleneceğiz.

Benim amacım felsefe yapmak değil. Gençler felsefe yapmaz. Felsefe sınıflandırmadır çünkü, mantığa oturtmaktır. Gençler bir şeyleri mantığa oturtmak zorunda değildir. Gençlerin yaptığı alternatif yollar aramak, bulmak ve o yolda yürümektir.

Bir film karakteri olsam Tyler Durden olmak isterdim.

Döveceğim ilk kişi de Amerika başkanı olurdu. Kim olduğu önemli değil. O makamı dövmek isterdim.

Dünya üzerinde inanılmaz insanlar yaşadı. Mustafa Kemal Atatürk, Selahaddin Eyyubi, Oscar Wilde, Aldous Huxley, George Orwell, Fatih Sultan Mehmed, Edip Cansever, Jim Morrison... Onlardan geriye çok az kaldı.

Varoluşumuza kafa yormayı saçma buluyorum. Bu dünya üzerindeyiz, akşamları yatıp sabahları kalkıyoruz, bazen mutlu, bazen üzgün oluyoruz, kavga ediyoruz, şarkılar söylüyoruz, yemek yiyoruz, yüzüyoruz ve yürüyoruz, tembellik yapabilmek için hamaklar icat ediyoruz. Bu yeterli olmalı.

Şu anki dünya düzenini değiştiremeyiz. Ya böyle yaşayacağız, ya da ilkel insanlar gibi. Romalılar en ekstrem yolu keşfetmiş ve kullanmış, ki o da uygarlıkla ilkelliğin kombinasyonuydu. Geri kalan tüm düzen denemeleri ütopik. Hayatlarımızın başlangıçlarından beri kapitalist bir düzenle yaşıyoruz. Komünizm var, çünkü doğadaki her şeyin bir zıddı vardır.

Ben kapitalizmi savunmuyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama Tanrı'nın bile kapitalist bir düzeni varken, diğer yollar pek mümkün gözükmüyor.

Hatta şöyle bile iddia edebiliriz ki, Şeytan bir komünisttir.

Ve beni en çok güldürecek şey de, Şeytan'ı Karl Marx okurken görmek olacaktır.

Yine yanlış anlaşılmasın, komünizmi kötülemiyorum. Uygulanabilirse eğer, mükemmel bir düzen. Ama ütopik bir düzen.

Hiçbir ideolojiyi savunmuyorum. Sadece yaşama hakkını savunuyorum.

Keyif adamıyım. Bir kadeh şarap içip şiir okuyabildiğim, ya da daha anlamlı konuşmak gerekirse, sıkıntı ve pişmanlığı kendimden uzak tutabildiğim sürece, gerçekten endişelenmem gereken hiçbir şey yok.

Bizler büyük yalancılarız. Aslında aç Afrikalıları, yoksulları, kanser hastalarını ya da kaçak getirilen Rus hayat kadınlarını önemsediğimiz yok. Sadece bazılarımızda yardım çağrısını reddedecek içgüdü yok.

Belki böyle konuşarak büyük günahlar işledim. Belki nefret kazandım. Belki sözlerime inanmıyorum bile. Yine de mazeretim var. Benim bir yeteneğim sorgusuzca farklı açılardan bakabilmek. Bu yüzden kimseyi yargılamıyorum. Ben sizin düşünmediğiniz, düşünmeyi ayıp gördüğünüz, düşünmemek için eğitildiğiniz noktalardan size haberler getiriyorum. Elçiye zeval olmaz.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Motor Cilası

Şu sıralar günleri dakikası dakikasına hissederek yaşıyorum. Günün sonunda her şeyi anına göre hatırlıyor oluyorum. "Bugün amma çabuk/yavaş geçti" lafı lügatımdan çıktı. Geçmiş ve gelecek orta mesafede duruyor bugüne.

Bilen bilsin buradan, pazar günü evden çıkmıyorum. Aramaya falan kalkmayın, bir günlüğüne hastayım. Hatta iki bacağımı birden kırdım. Pazar günü komadayım. Evi yakmak pahasına kahve yapıp odamı düzenlemekle uğraşacağım, film izleyip kitap okuyacağım, yatıp blog yazacağım. Kahvaltıda hafif müzik dinleyeceğim. Hatta amele atleti giyeceğim.

Yaz bitiyor. Gün be gün yerini sonbahara bırakıyor. Yazın bitişi parlak güneşte veya sıcaklıkta değil, plajlarda veya yanık tenlerde değil, keten gömlekler veya parmak arası terliklerde değil, ama sert esen rüzgarda, takvimin kopan sayfalarında, dershanelerin hazırlıklarında ve yavaşça kalabalığına kavuşan şehirlerde.

Artık kendi hayatımı kurmalıyım sanki bir de. Kendi kararlarım, kendi sorumluluklarım, kendi zevklerim ve kendi özgürlüklerim. Gerçi daha on yedimdeyim, yarın sabah kalkınca iki yumurta kırabileceğimi sanmıyorum. Ama önemli olan bu değil.

Hafif müzik güzel şey. Amaç değil araç olur ya müzik bazen, başka bir işle meşgulken mesela. O zaman çok keyifli. Ama uzun yola gitmez mesela, orada ciddi ciddi müzik dinlemek lazım. Hafif müziği nereden tanıyacağınıza gelince, bir müziğin melodisine ve sözlerine dikkat etmiyorsanız o müzik hafiftir. Hafif müziğin öznel bir kavram olmasına ise değinmeyeceğim.

Bir de bazıları çeşitli ünlülere hayran oluyor ya, ben o his nasıl bir şey bilmiyorum. Hani şu genelde Johnny Depp veya Adriana Lima'nın merkezi olduğu muhabbet. Cidden, bir ünlü için kafayı yiyemiyorum. Sevdiğim ünlüler var, hatta rol model aldığım ünlüler var, ama hiç biri uğruna kendimden geçmiyorum, geçemiyorum.

Bu yazıyı içlerinde bir erkek çocuğu besleyen kızlara, Moda sahilinde en az bir bira içmiş olan herkese, bahçıvanlara, Dubrovnik'e ve onu görmüş olanlara, Manisa'nın sıcağına, geyik muhabbeti kavramına, Henry Ford'a ve Nevada eyaletine ithaf ediyorum. İyi geceler.