28 Aralık 2013 Cumartesi

Ait Olduğun Yeri Özlersin

Geri döndüm. Ben de dönmeyeceğimi sanıyordum ama döndüm. Terk ettiğimden beri elbette el değmedi. Zaten şimdi anlıyorum terk etmek bir hataymış. Eskinin üstüne yeni inşa edilmez sanıyordum. Yanılmışım. İnsanın kendisinin eskinin üstüne inşa ettiklerinden oluştuğunu unutmuşum.

Yazmayı bıraktığımda, yani bu blogu kast ediyorum, yarı çocuk yarı adam diye sıfatlandırmıştım kendimi. Bir adam olmak için yola çıkmıştım. Yoldayken fark ettim; içindeki çocuğu terk etmenin bir yolu yok. Susturmak mümkün, saklamak mümkün, öldürmek bile mümkün, ki bu kendini sakatlamak oluyor aynı zamanda, ama terk edemiyorsun. İçeride bir çocuk yokmuş gibi yürüyüp gidemiyorsun. Ve insanın bölünebilmesinin bir sınırı yok, sonsuzluğa kadar bölünebiliyorsun. Misal ben içimde bir çocuk, bir adam, bir deli, bir Charles Bukowski, bir Behzat Ç., bir kamyoncu, bir şair, bir tembel, bir Prometheus, bir Dionysos ve bir şiddet bağımlısı taşıyorum.

Ne var ki boşuna çıkmadım yola. Değiştim. Değişiyorum. Ve gün geçtikçe daha çok şey fark ediyorum; hayatımdaki her eksikliğin, her memnuniyetsizliğin, her sorunun çözümünü değişimde aradığımı fark ettim mesela. Ve meseleyi paradoksa çeviren nokta ise aslında fazla değişmediğim. Bendeki bu değişim gerçekten yavaş ilerliyor;kayaların dalgalarla aşınması gibi, kumsalların oluşması, canlıların evrilmesi gibi.

Gene çok uzattım lafı, size hoş geldiniz bile demedim daha. Hoş geldiniz. Hoş geldim.

13 Eylül 2013 Cuma

Veda

Gidiyorum artık dedi o yarı çocuk yarı adam. Büyüyorum artık, her geçen gün değişiyorum, artık burası benim değil, artık buranın sahibi olan kişi ben değilim. Bu yeni ortaya çıkmaya başlayan ben için kendime bir yer bulmaya gidiyorum. Bu yeri severdim, hala da seviyorum ve burada yaptığım her şeyi güzel hatırlayacağım. Ama artık başka bir yolda yürümem lazım dedi yarı çocuk yarı adam.

Ve yola çıktı yarı çocuk yarı adam. Belki biraz abartmıştı son sözlerini, zira dünyanın sonunu getirmiyordu, sadece kendi inşa ettiği evini terk ediyordu. Fakat kimse arkasındakiler ne diyecek diye değişmezdi. Olan olmuştu ve artık yola çıkışını daha fazla erteleyemezdi. Bu yüzden arkasına bir daha bakmadı giderken.

30 Ağustos 2013 Cuma

Sosyal Eleştiriler

Mitolojik hikayeler arasında İkarus'un ve Prometheus'un hikayelerini çok severim. Çünkü Perseus veya Herkül gibi Tanrılar tarafından desteklenen insanüstü karakterlerin aksine onların insana dair hikayeleri vardır. İkarus insanoğlunun yadsınamaz kibrini, daha doğrusu bir şeyi sırf yapabildiği için yapma arzusunu anlatır. Ayrıca sürekli yukarı uçmasının onun ölüm sebebi olması en azından benim gözümde oldukça manidardır. Prometheus ise tiranlığa, baskıya, insanın yükselişine saldırıya karşı bir başkaldırıdır ve günümüzde zannetmiyorum ki bu konuda kimse bir açıklamaya ihtiyaç duysun.

Her ülkenin geçmişinde yanlış kararlar, kötü yönetimler, yolsuzluklar, devlet suçları, toplumsal suçlar olmuştur. Peki neredeyse 90 yaşındaki Türkiye'nin geçmişinde ne hatalar var? 90 yıl bir ülke için oldukça az, oldukça genç ama vukuatı bol bir ülke Türkiye; Madımak oteli, Reyhanlı, JİTEM, 6-7 Eylül, Gezi parkı, 1 Mayıs 1977, Uğur Mumcu suikastı, Hrant Dink suikastı, Habur karşılaması, Susurluk, Ergenekon, Balyoz... Bunlar büyük çoğunluğun karşı çıkamayacağı ciddi yanlışlar. Bunun dışında Adnan Menderes'in idamı, iki darbe, savaş sonrası İnönü yönetimi, Dersim gibi tartışmaya açık olaylar da var. 90 yıllık bir ülke için devletin halkına açıklaması gereken yığınla olay var.

Dünyada temel bir sorun varsa, her türlü yanlışlığa ve kötülüğe sebep olan tek bir sorun varsa o da cehalettir. Din konusunda cehalet, politika konusunda cehalet, sosyal ilişkiler konusunda cehalet, bilim konusunda cehalet, ahlak konusunda cehalet, her türlü sorun cehaletten çıkıyor. Dünyadaki her bir insanı üst seviye eğitime ulaştıramayız, zaten bazıları da yüksek eğitimi anlayamaz, lakin temel doğrular ve bilgiler herkese öğretilebilir. Toplum içinde nezaket, temel anayasal haklar, günümüzde kullandığımız aletlerin kabaca işleyişi, ilk yardım; bu saydıklarım en küçük örnekler.

Günümüz yaşam koşulları kimseye gerçekten düşünmek için zaman bırakmıyor. Bu durum için büyük şirketleri, devletleri, gizli örgütleri suçlayarak yoğun komplo teorileri oluşturabilirdim fakat esas önemli olan şu ki biz halihazırda bu durumu benimsemişiz. Futbol kulüpleri yaşam koşullarımızdan, diziler geleceğimizden, gece hayatı sorunlarımızdan, müzik ideallerimizden daha değerli olmuş. Sanata, spora veya hobilere karşı olduğum için söylemiyorum bunu, fakat görüşüne göre evet ya da hayır demeyen, önceliklerini belirleyemeyen, ufak tefek şeylere bakmaktan bütün resmi göremeyen, zihinleri engellenmiş insanlar olduk. Derin düşünmek de herkesin yapabileceği bir şey değildir ama bir kişi düşünerek ve düşüncelerini uygulayarak dünyayı değiştirebiliyorsa eğer, düşünen yüzlerce, binlerce insan neler yapabilir hayal etmeye çalışın.

Düşünün.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Geleceksizler

Büyükler anneler babalar
Yaşlı başlı insanlar dinleyin bizi

Biz evlatlar gençler
Öğrenciler
Çocuklar
Biz geleceksizleriz artık
Öğrenciyiz okuyamayız
Gidemeyiz üniversitelere
Sevgiliyiz sevdiklerimize
Öpemeyiz onları insan içinde
Kanımız kaynar hak hukuk yoksa
Konuşamayız ama
Sonra döver bizi polisler
Halkız muhafazakarlar kadar
Ama marjinaller diye ayırırlar bizi ısrarla
Evladız hala
Koca koca adamlar kadınlar olsak da
Şükür ki ailelerimiz basar bizi sinelerine

Biz gençler
Geleceksizleriz artık
Bu topraklarda karanlık
Bu topraklarda demir pençeler
Bize saldırdı önce
Yıktılar geleceğimizi
Koca koca adamlar siz yıktınız
Vekilimiz olduklarını sananlar
Nutuklar atarak
Kurallar koyarak
Yozlaşarak
Siz yıktınız
Üniformalılar
Ellerinizde demir coplarla
Su sıkan araçlarla
Siz yıktınız
Yazdığınız sınavlarla
Yıktığınız ağaçlarla
Ayırdığınız insanlarla
Yarattığınız düşmanlarla
Siz yıktınız geleceğimizi

Yine de olsun varsın
Genciz biz
Muhtaç olduğumuz kudret
Damarlarımızdaki asil kanda mevcut

12 Mayıs 2013 Pazar

Ağlama

Dilsiz hikayeci ızdırabı benim yaşadığım şey. Hikayeler yaratıyorum hiçbir şeyden, dağlar kadar monologlar kuruyorum, yüzlerce insan üretiyorum iki şakağımın arasında; ne var ki dilimden dökülmüyor hiç biri, çünkü anlatımım yok. Belki tecrübesizlik, diğer bir değişle yaşanmamışlıktır, belki de gerçekten hikaye değildir aklımdakiler lakin her ne olursa olsun tek nihai sonuç yazamadığım.

Bu sene deforme oldum. Bunların en önemsizi fiziksel deformasyonum. İnsana olan bakış açımı yitirdim, yaşama dair beklentilerimi kaybettim, umursama kabiliyetimi gömdüm kendi ellerimle. Sadece iyi ve güzel olana dair bir açlık kaldı içimde. Heveslerim, heyecanlarım öldü, sesim karardı. Mental olarak sakatlandım. Çürüdüm bu sene, ve bu sadece dış görünüşümden belli olmuyor; insanlara yaklaşımım, tavırlarım değişti ve bu iyiye doğru olmadı.

Artık son bir ay kaldı geriye. Bir ay sonra elimde üç beş parça eşya ve yeni bir dünyaya adım atacağım. Sırtıma attığım bir ceket gibi geçmişimi taşıyacak olsam da yeni biri olmama yetecek kadar gelecek olacak avuçlarımın içinde. O hamurdan neler yoğuracağım bana kalacak.

Farkındayım, epey uzun zamandır sisli ve buhranlı bir tonda yazıyorum. Kötü haber şu ki bu tonun değişeceğine ihtimal vermiyorum. Bunun sebebi ise öyle veya böyle hayallerinden uzak bir adam olarak yaşamam. Herkesin gıpta ettiği bir şeyin bir öznesi olduğum zamanlar bile memnuniyetsizlik var içimde.

Etrafımda çeşitlerce renk var ve herkes ayrı bir ışık ama ben bir şekilde şeffaf kalıyorum. Demek istediğim herhangi bir rengi alabiliyorum üstüme lakin gerçekten sahiplendiğim bir renk yok. Biraz oradan biraz buradan topladığım ışıkları yayıyorum etrafıma. Ve tahmin ediyorum ki bundan yıllar sonra genç kuşaklara anlatılmaya değer bir adam olursam eğer kimse çözemeyecek ne derdim vardı. Çünkü ben de çözemedim henüz neyin acısını taşıyorum yüreğimde.

Belki de yanlış bir zaman diliminde doğdum. Eylemlerin değerli olup düşüncenin beyhude olduğu veya karşındakini iyi yönde umursamadığın bir dönemde yaşasaydım, daha detaylı söyleyecek olursam yaşamaya değer bir hayat için rekabet etmek zorunda olmasam ve bunun sebebi rekabetin olmaması olsaydı, basit bir adam olmanın her şeye yettiği bir dünya üstünde dursaydım belki de mutlu biri olabilirdim. En azından mızmız ve hoşnutsuz bir uyuz olmazdım.

Son zamanlarda sıklıkla öküz veya hayvan veya kıro olarak anılıyorum. Kabul ediyorum, kadınlara hitap eden bir adam değilim, incelik taşımıyorum veya istesem de narin ve şık biri olmayacağım, özümde nezaket olmayacak ama en düz tabirle çekilmez bir adam olduğuma da inanmıyorum. Uzak tutulmayı veya yok sayılmayı da hak etmiyorum. Veya anlayamıyorum bütün bu mesafeleri ben mi yarattım. Çirkin miyim yoksa soğuk mu veya itici mi davranıyorum kadınlara karşı?

Hayatımdaki bütün sıkıntıları kendi kendime yarattım. Allah'a şükür yokluk görmedim, yıkıcı pişmanlıklar yaşamadım, büyük büyük acıların pençesinde kıvranmadım ama hep sorun çıkardım kendime.

İtiraf edilmesi gereken bir şey daha var ki o da dengesizliğim. Gururunu ayaklar altına rahatça alırken beni görenle aynı ezik gururuna toz kondurmayan beni gören aynı kişiler oluyor. Ağızlar dolusu küfürler ettiğimi duyanlar benden nezaket dolu tümceler de duyabiliyor. Bu da beni arada derede, ehemmiyet taşımayan bir adam yapıyor.

Dış dünyamdan istediğim en son şey bile değil teselli. Hatta şu yaptığımı da zayıfça ve korkakça buluyorum. Erkekler ağlamaz sözüne inandığımdan değil ama ağlamayı kendime yakıştıramıyorum, tıpkı başka pek çok şeyi yakıştıramadığım gibi.

23 Mart 2013 Cumartesi

Koş Forrest Koş

Sınavdan önceki son gün. YGS sınavı öncesi son gün. Üniversiteye gidebilmek için atacağım ilk adımdan önceki son gün. Şu iki günün bana öğrettiği bir şey varsa beklemenin gerçekten zor ve sıkıcı olduğu.

İki gündür evde oturuyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Test çözmek yok, dershaneye gitmek yok, ders çalışmak yok. Bilgisayar oynamak yok, film veya dizi izlemek yok, kitap okumak yok. Dışarıya çıkmak yok, arkadaşlarla buluşmak yok, gezmek yok. Sadece zaman öldürmeye yarayacak bir takım boş ve anlamsız aktiviteler. İnsanoğlunun yapacak bir şeye ihtiyacı var, bir uğraşa ihtiyacı var her zaman. Boş zamanı boş zaman olarak bırakınca yapısı bozuluyor insanın.

Beklemenin sonuçları var, ağır sonuçları. Şüphe mesela, bıkkınlık, korku. Kendisiyle hemen hemen her zaman yüzleşen bir adam olduğum için bu duruma ve bu hislere, bu hisleri bastırmaya alışkınım fakat bazen öyle anlar gelir ki, en güçlü iradeler bile kürdan gibi kırılır. Yarın sabah kırılıp kırılmayacağım benim için hala bir muamma ve işbu muamma tehlikeli. Geleceğimi şekillendirmekten söz ediyorum sonuçta; benim riske girmek veya şansımı zorlamak gibi bir lüksüm yok.

Yarın bir başlangıç ve bir son. Yarın ilk maç. İlk maç heyecanı, ilk maç gerginliği nedir bilirim. İlk maç gerginliği maç başlayana kadar bitmez. Maç öncesi yapılabilecek yegane doğru hareket o gerginlikten alabileceğin ne kadar kuvvet varsa alıp maça başlamaktır.

Belirtmek istediğim son şey; bugüne kadar yola çıkmayı en güzel J.R.R. Tolkien, yolda olmayı ise Jack Kerouac anlatmıştır.

Not: Forrest Gump'ı izlemedim.

10 Mart 2013 Pazar

Sıkışmaya Karşı Nefret

O kadar çok film türü var ki... Dram, komedi, korku, polisiye, aksiyon... Hayat dediğin ise trajikomedya.

Nasıl da basıyor yaşadıklarımız bazen üstümüze. Boğulacak gibi oluyoruz, nefes alamayacak gibi bir daha. İşte o mengene tek bir parçadan oluşmuyor hiçbir zaman. Her zaman birden fazla mazisi veya gerekçesi var acı çekenin.

Böyle düz yazmak her zaman için daha rahat, daha doğrusal. Şiir de yazan bir adam olarak söylüyorum; şiirin düz yazıdan yegane üstünlüğü daha etkileyici olması. Bence düz yazı şiirden daha çok duygu taşıyabiliyor. Tek eksik tarafı şiirdeki kadar insanı yakalayamıyor.

Bazen boğazıma takılan ne varsa hepsini tükürmek istiyorum. Beni tutan akıllı davranma dürtüsü oluyor. Yoksa emin olun çoğunuzla çok daha farklı bir mazimiz olurdu.

Tek bir kişiye yönelttim hayatımı son zamanlarda. Kendimi geri çekmeye çalışıyorum, rutinime dönmeye çalışıyorum ama olmuyor. Durup durup adını anıyorum. Dönüp dolaşıp ona geliyorum.

Uzun süren hikayelerde kaçınılmaz olarak acıklı bir bölüm olur. Hepimiz an geliyor o acıklı bölümü yaşıyoruz. Ben de o acıklı bölümlerden birini yaşıyorum işte.

Belki de benimkisi çok tek taraflı bir yaklaşımdır. Belki de ben sadece bir erkek olarak yaklaşıyorum gördüğüm her şeye. Belki de bir kadın nasıl düşünür ve hisseder anlayabilseydim bu kadar cevapsız sorum ve askıda kalan düşüncelerim, hislerim olmazdı.

Bir ihtimal ki Robert De Niro Taxi Driver'da biraz da beni oynadı.

4 Mart 2013 Pazartesi

Karamsar

Aydınlık bana samimi gelmiyor. Işık, güzellik, parlaklık, berraklık yapay duruyor, sanki kasti olarak her şey iyi gözüksün diye uğraşılmış gibi. Gerçek olmayan bir şey var kusursuz olanda. Karanlık özümüze daha yakın, biliyorsun ki o hep orada. Kusur ve kir insanlığa dair. Ama temiz olan temiz kalmıyor asla.

Yaşadığım ülke huzur vermiyor. Ben ülkemi seviyorum; Türk olmaktan mutlu ve gururluyum. Ne var ki bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak her an her şeyle savaşmaya hazır olmam gerekiyor; gerçek anlamda savaş, cehalete karşı savaş, özgürlük için savaş, para için savaş, sakin kalabilmek için savaş. Ülkem evimdir ve ben evimde huzurla oturabilmek istiyorum. Ben bir İranlıyla veya bir Suriyeliye aynı kaderi paylaşmak istemiyorum. Bir Amerikalı gibi gafletin esiri olmak istemiyorum. Bir Çinli gibi günümü korku içinde geçirmek istemiyorum. Ülkemin sınırları içindeki huzursuzluk ve kaygı sona ersin istiyorum.

Suyun ve denizin hayatımda bir değeri var. Suya temas etmek bana huzur veriyor. Bir yıla yakın bir süredir ne denize girdim ne de yüzdüm. Tuzlu suyun kokusu içimi yakıyor.

Üretken bir dönem geçiriyorum, lakin aklımdakileri gerçek kılabilecek olgunluk ve beceriye henüz sahip değilim. Cin olmadan şeytan çarpamazsın. On dört yaşımdayken tecrübe ettiğim kabuk değiştirmeyi tekrar yaşıyorum.

Belki de bir bunalım geçiriyorum. Asla emin olamıyor insan, bu kadar tereddüde ve güvensizliğe boğulunca. Zamana sığamıyor insan her şeye kendi çözümünü getirdiğinde. Kafandaki düzen oturmuyor hayata, çünkü  okyanuslar küçük bardaklara sığmaz.

Duygular cinsiyetlere göre değişiyor. Kadınlar daha şiddetli yaşıyor duyguları, bir anda yanıp bir anda sönüyorlar, dışa vuruyorlar. Erkeklerin duyguları daha derinde, daha sessiz, daha yalnız, daha hüzünlü. Bir kadını darmadağın olurken seyredebilirsin fakat bir erkeğin çöküşü zifiri karanlıkta ve kimsenin göremeyeceği anlarda olur.

Yanlış yapmamış olmak istediğiniz anlar vardır. Keşkeleriniz vardır. Onlardan kurtulduğumu sanmıştım, yanılmışım. Geçmişime dair düzeltebileceğim çok sayıda şey var. Şu an ne kadar ciddi ve samimi olduğumu bilmiyorum fakat bu dürtü engellenemez. Belki de irademin zayıfladığı bir an bu sadece ama bir kez de olsa olan bir şey artık vardır, gerçektir. İki kez ve daha fazla olan ise sıradandır.

Kendimde çok fazla insan görüyorum. Daha önce söz etmiştim, kalabalık bir iç dünyam var. Hangi gün kimi oynayacağımı ben bile bilmiyorum. Yaradılışım kaypak.

Sokaklar soğuk ve ıslaksa ve sen yalnızsan düşünecek çok şey buluyorsun. Üzülecek çok şey buluyorsun. Devam etmeni sağlayacak çok az şey kalıyor.

Gün doğumlarının ve gün batımlarının bir sonu yok. Şafak ve gurup biz öldükten sonra da devam edecek. Belki de bu kadar kafa yormamak gerek zavallılığa ve hüsrana dair.

16 Şubat 2013 Cumartesi

Mazi Sorgusu

Deminden beri eski yazılarımı okuyorum. Değişmişim, hakikaten değişmişim. Eskiden bir nebze daha iyi yazıyormuşum, ama temelde yazı kabiliyetim çok değişmemiş. Esas değişim karakterim ve beğenilerimde olmuş. Okuyunca şaşırdım. Ama ne utandım kendimden, ne de hor gördüm kendimi.

Bu blogu daha çok bir itirafname veya ağzı açık bir sır kutusu gibi kullanıyorum. Büyük büyük hazlar almıyorum blog yazmaktan ama güzel bir şey sonuçta. Kafa dağıtmak için son derece işlevsel.

Yine de buraya her şeyi yazmıyorum. Kendim hakkında benim bile emin olamadığım şeyler var. Ve bunlar sadece bu şeylerle alakası olanları ilgilendiriyor. Yani buraya yazmamı beklemeyin.

Hele bir şu üniversite işim bitsin, bakın nasıl yazı yazıyorum, ne biçim yazı yazıyorum Dibiniz düşecek, iddia ediyorum.

Kendime zor bir gece yaşatıyorum. Bir nevi kendimle yüzleşiyorum.

31 Ocak 2013 Perşembe

Kar Altında Yağmur Ormanları

Denizi özledim. Gözümde tütüyor dalgalar, burnumda tütüyor tuz kokusu. Yüzmek istiyorum, ama öyle böyle değil, İstanbul'dan atlayıp ta Gökçeada'ya falan kadar. Yaz gelmeli artık, sırf denize girebilmem için bile gelmeli.

Bir süredir İskandinav mitolojisine kafayı taktım. Vikingler, Nors tanrıları, buz devleri falan çok ilgimi çekiyor şu aralar. Türk ve İskandinav halkları arasında dağlar kadar fark var ama kendimi bu mitolojiye yakın hissediyorum.

Kaç zaman öncesinden beri metal dinlerim ama şu sıralar çok ama çok fazla dinler oldum, neredeyse başka müzik türü dinlemiyorum. Sınav senesi olduğu için mi böyle yoksa başka bir nedeni var mı bilmiyorum ama çok kaptırdım kendimi. Bir bakıma iyi de oldu çünkü daha önceleri dinlemediğim çok güzel gruplar keşfettim.

Eskisi gibi uyuyamıyorum. Eskiden istediğim zaman rahatlıkla uyurdum ama artık yorgunken bile uyumakta zorlanıyorum.

Belki de her şeyden çok günü bitirmeme yetecek kadar sabra ihtiyacım vardır.