9 Mart 2016 Çarşamba

Eski Şehrin Sesi

Sanırım biraz kişisel meseleler taşıyağacım gecenin bu orta saatlerinde bu elektrikten not defterine. Kapı eşiğinde durur gibi bir halim var, içeri mi girerim dışarı mı çıkarım? Beni anlayamayan bir ben mi varım? Fuzuli yanlarımı azat edersem belki incelirim birkaç kişi. Tanışamadım kendimle bir türlü; ya gözlük takardım tipim değişirdi, ya eldiven giyerdim ellerim belli olmazdı, bazen bacağım sakat olurdu farklı yürürdüm, bazen de sesim kısık olurdu dediklerim anlaşılmazdı. Tek başıma sarhoş olunca dünyam değişir, aklım bulanır, ortaya bir garip ürün çıkar kimi zaman güzel kimi zaman çirkin. Dövmelerim var benim gözlerimin içinden derime yansıyan, yer ve şekil değiştiriyorlar. Başüstü asılıyorum bazen bir çelik halata ve şehri izliyorum o halde, gökte gökdelenler yerde gökyüzü, kornalar yukardan aşağı yağıyor ve yıldızlar yerine pencerelerden masa lambaları yanıyor.

Bir evim ve bir spor salonum var; ikisi de loş, eşyası az, manzaraları yok ve ara sokaklarda bir yerlerde. Bu ufak tefek yerlerde sürekli bir eylem halindeyim, mütevazılığın sükunet dolu mutluluğunu yaşıyorum oralarda. Yalnızlık için var oralar ve ne olurlarsa olsunlar kale değiller. Sakallarımı uzatsam mesela, yüzüm belli olmasa, çok da tanınmam bu halde, hayat bana, insanlar bana nüfuz edeceğine ben hayata insanlara nüfuz ederim. Elime bir somun ekmek alsam, eski ve gri paltom sırtımda evime yürüsem, sessiz sedasız parmağında bir alyansla bir kadın açsa kapıyı. Yorgunum diye değil bu hayalim, yorgun olmak istiyorum diye. Tati hayalimde yine bir şehir var mesela, eski bir şehir, ruhlu bir şehir, bir insan gibi bir şehir.

Uzun uzun yazabilirim bu gece, uzun uzun bir treni tüm vagonları gibi dizebilirim paragrafları. Üstüm başım kömür içinde harlarım ateşi, hız için değil yol için. Oturduğum yerden ne kadar uzaklara gidebiliyorum, ellerimle ne kadar da fazla yürüyebiliyorum. Sessizlik ve açık havaya aşık oluyorum, açlığımı gerçekleşen isteklerimle bastırıyorum. Yılbaşından beridir alenen yaşıyorum, belki de bu yıl ışığın yılıdır perdelerin yerine. Çiçeklerden orkideyi severim, anısı büyük. Mahallelerden Moda'yı severim ve Kadıköy'ü, anıları büyük. Bir vapur yolculuğu gibi bir ruh halindeyim, Sultanahmet'i görür gibiyim. Ne anlattığımı bilmiyorum, bilmek istemiyorum.

Şarap yıllandıkça güzelleşir, peki ya köpeköldüren, peki ya biz köpeköldürenler? Biz de şarap değil miyiz, köpeköldüren içenler insan değil mi, o dudaklara köpeköldüren değdi diye aşağılık mı oldu onlar? Neden ben uyuz olamıyorum sıradan insanlar gibi? Çok soru soranlara ya küfür ederler ya tokat atarlar. Damarlarım kurudukça karşı cinsimle doldurmak istiyorum ama damarları dolu olanlara ayda yılda bir denk geliyorum, neredeyse hiçbiri de damar doldurabilecek durumda olmuyor. Sözlerimden alınabilecek insanlar var, bu alınganlıkları ciddiye aldığımdan, umursadığımdan, bunu istediğimden, pişman olup olmayacağımdan ya da en başından bu durumu yaratmama gerek olduğundan emin değilim. Sanırım kimseyi yaralamak istemiyorum, ama ben en beter kendi aklımın tufanlarına sarhoş oluyorum. Belki başka bir gün ağlarım beni affet diye. Belki de bazıları vardır ömründe affedilmek için yalvarmamı bekleye bekleye ölecek.

Küçücük insanlar kocaman olabiliyor. Tesadüfler yeni kaderler çizebiliyor. Bazen sözlere dikkat etmek gerekiyor fakat bu benim en beceriksiz olduğum konu. Ağzımı her açtığımda ellerim aracılığıyla ateşle oynuyorum. Kurşunlar sürüyorum namlumun ucuna ve ayaklarıma ateş ediyorum. Elimi birilerinin tutmasını beklemiyorum fakat elimden tutulunca bir yerlerde bir seviç çığlığı, susuzluğu dinen bir zavallının haykırışları çınlıyor ve ben bunu duyabiliyorum. Sanırım hayatımın bir döneminde gönül meseleleriyle yüzleşecektim ve bana bunu yaptırabilecek güçte biri karşıma çıktı belki de. Konuşmak için erken belki ama kim takar ki bu beyaz köşeyi, kim takar ki beni.

Saman alevi kadar güzel bir alev daha yoktur belki de ama o da çok kısa sürer. Bir tam günümü bardak kırmaya ayırmak isterim; dört bir yana bardaklar fırlatmak isterim. Ellerimde kesikler görürdüm belki, oluk oluk kan görürdüm. O kanda öfke görürdüm, nefret, vazgeçmişlik, endişe, yanlış ve kötü bir koku görürdüm. Kulaklara aptal gelsem daha rahat ederim tahminimce, aptallar kendini açıklamak zorunde olmazlar. Ve bazen sen doludizgin koşarken o kadar aptal bir şey olur ki bomboş kalırsın ayakta, adımların saat başında bir taneye düşer. Öğrendikçe sen neyin ne olduğunu renkler, günler, hayvanlar, bölgeler, isimler veya kokular anlam değiştirir ve bazen hiç sevmezsin bu değişiklikleri.

Vasatlıktan bilinçli olarak keyif alıyorum ve vasatlık beni bulduğunda güzel olmuyor, vasatlığı avlamayı seviyorum ben. Sırtımı da kasten kaşımıyorum şu an mesela çünkü bu huzursuzluk çok eğlenceli. Belki de dertleri görünmezmiş gibi davranabilen o güzel insanlardan değilimdir. Belki de zannettiğimin çeyreği kadar düzgün biri değilimdir. Belki de hep aynı basit şeylerin etrafında dönüyorumdur. Belki de olmayacak bir şey için zorlayıp duruyorumdur.

Kendi kendime çok fazla bu gece güzelce içeyim diyorum. Aslında kendi kendime bu kadar hanım evladı gibi konuşmuyorum. Kendimde ışığa değil karanlığa bakmayı seviyorum. Çok fazla kendim diyorum. Önce umursamayı bıraktım, geçenlerde de dinlemeyi. Acaba günlük hayatı da bırakır mıyım bir gün? Bateri cazla beraber çok güzel, rock müzikle ise hoş. Kötü şiirler gerçekten değersizliklerini hak ediyorlar. Şiir gibi insanlar değersizliği hiç hakedtmiyorlar. Şiir gibi insanlar tanıyor olabilirim ama şu an öyle olup olmadıklarını sorgulamayacağım. İnadımı şu an bırakacağım. Eğer işim olur da biterse belki hepiniz, daha doğrusu hiçbiriniz bunu okursunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder