25 Aralık 2018 Salı

Kapa Çayın Altını Kapa

Hikayecilikte mi, senaryoda mı, tam bilmiyorum hatta belki yanlış hatırlıyorum, böyle konularda alaylıyım, denirmiş ki 36 temel hikaye varmış. Her hikaye birinin türeviymiş. Bana inandırıcı gelmiyor. 36 hikaye 36 kader demektir. Kader 36 ana başlıktan daha kalabalık.

Çünkü şunu biliyorum; ben şimdiye kadar 36'dan fazla kaderle karşılaştım. İyi günlerim, kötü günlerim, koştuğum günler, yattığım günler, evimdeki günler, uzaktaki günler, yalnız günlerim ve paylaştığım günlerim; hepsi bir arada 36'dan fazla kader eder. Senin de; dik ve mağrur durduğun günlerin, uçurumdan düşmüş bir araba gibi paramparça olduğun günlerin, kendini uçurumdan attığın ve ellerin kanasa bile o uçurumu geri tırmandığın günlerin, çocuk olduğun günler, yaşlı olduğun günler, hepsi 36'dan fazla eder.

Daha önce bin kere söylediysem yine söylüyorum; insan hayatı dalga gibidir, yükselir ve alçalır. Bu hareketlenmeler içinde kendine özgü tepkiler alır senden ama öte yandan da bazı genel tepkilerin vardır. İster yüksel, ister alçal; derin bir soluk alıp sessizce, sakince, sabırla ve berraklıkla dalgayı izlediğin bir an vardır. Dalganın eğiminin en alt türevine indiğin, 1 hizzasından baktığın bir zaman aralığı yakalarsın. Ben şu an 1 hizzasındayım ve sanırım bindiğim dalgayı şu an göremiyorum. Ama çok başka şeyler görüyorum.

Aslında bu berrak anlar üretken olmak için iyi değildir. Çünkü üretim seni o andan dışarı çıkarır. Yarattıkça dalgaya dönersin. Berraklık biraz da hareketsizlikten, eylemsizlikten gelir. Ama dedim ya, çok başka şeyler görüyorum. Kendimi anılarımda görüyorum; nasıl davranıyorum, nasıl konuşuyorum, nasıl görüyorum, bunlar gözümün önünde şimdi. Size daha önce neleri hangi koşullarda yazdım, bunlat gözümün önünde şimdi. O soğuk, Kuzey İstanbul'daki o iki ya da üç günün soğuğu, bu tenimde şimdi.

Biz soldan sağa doğru yazarız. Dolayısıyla çizgi çekerken de soldan sağa çekeriz. Soldan başlar, sağda biter. Güneşi geri çeker gibi hareket eder elimiz. Dolayısıyla şu an zamanın sağını değil solunu düşünüyorum dersem herkesin anlayacağını varsayabilirim. Ama niye? Şu an geçmişe bakmanın sırası değil çünkü. Zaten geçmişe bakmak bizi, hepimizi bu hale getirdi. Biz halk olarak geçmişe baktıkça bu hale geldik. Geleceğe baktığımız son zamanı hatırlayamazsın ama bilirsin, okudun çünkü, dinledin, öğrendin. Yakında yüz yıl olacak bak yüz yıl. Yüz yıl önceymiş son geleceğe bakmamız. Şimdi daha mı iyiyiz? Bakın ben kendimden biliyorum; geçmişe bakmanın bir faydası yok. Yani kalmadı artık. Ben biliyorum ki sola bakmaya devam edersem sağa gidemeyeceğim çünkü görmediğim yolda nasıl yürüyeyim?

Ama aslında anlatmak istediğim bu değildi. İki kademeli bir vaziyet bu; anlatmak istediklerim var bir de üstüne anlatmak istemediklerim var, bilinçli olarak istemediklerim. Daha kendim inanmadıklarım var ya; mesela az önce ne anlattım ben? Yok ki ulan benim öyle geçmişe dalıp kaybolduğum. Aksine demek abartı olacak ama, aksine, ben her zerreme kadar bugüne gömülüyüm. Son cümle tatmin etmedi değil mi? Tam olarak bunu uyarmaya çalışmıştım. Neyse. Bakın benim saçmaladığım şeylerde, yani aslında kendimde, bir yaşamadığım, yaşamayacağım hayatları yaşama fetişi var. Bu büyük bir itiraf oldu ki zaten freni kopmuş kamyon gibi giderken artık ne nedir çok da bakmamak lazım.

İnfilak edecek gibi yazıyorum çünkü acısı anca vurdu, çünkü hala yürüyorum ve destek gerek görmeksizin yürüyorum ama ateşin içinden çıktım daha çok yeni. Hani hastanın inlemesi değil de sessizliği daha kötüdür ya, öyle işte benim de yaptığım. İnlemek. Yanıklar geçince inlemeler de kesilir.

Ben derdimi biliyorum. Beni ben delirtiyorum. Yani benle konuşmaktan başka yapacak bir şeyim kalmayınca deliriyorum. Bulaşık yıkamaya kalkınca mesela, frenler tutacak. Ya da müzik açsam, dinlesem bir şeyler. Sokağa çıkarım, telefonda konuşurum, esnafla muhattap olurum, frenlerim tutar. Ben kendime mi katlanamıyorum?

Bir de kendini sevmek vardır bak, büyük bir olay olarak lanse edilir, abartılır. Bak daha rengimi ilk cümleden belli ettim. Kendimle ilgili bu var çünkü; kendimi seviyorum desem abartıyorum gibi geliyor. Kendimden nefret etmiyorum, bu kadarı kesin. Ama kendime karşı baskın bir duygum da yok. Kendime kızıyorum ama kızgın değilim, kendime dair üzüleceğim hiçbir şey yok, kendimle mutlu olmak yine abartı ama memnunum kendimden, kendimden korkmuyorum. Falan filan. Bence durumu çok güzel özetledi bu son. Falan filan işte.

Kendime karşı böyleyken, daha uzak bir noktaya çıkalım beraber; kendine karşı böyle biri insan sever mi? Bu dünyada çocuklar olmasa belki de sevmezdi. Baba olmak isterim çünkü. Günü gelince baba olmak isterim.

Cevaplarım var. Vardı. Basın toplantısı gibi oldu; biz sorduk, ben cevapladım. Cevap vermek beni rahatlatmadı. İçimi dökmek beni rahatlatmadı. Esip gürlemeyi seven bir arkadaşım var benim, biraz da aklımda o varken söyleyeyim bunu; beni rahatlatan kuru gürültü değil sonuçtur. Elde ettiğimde rahatlarım ben.

Ya aslında ben gene bana en iyisini söyleyeyim kendime. Siz, yani çoğunluk, nefret edersiniz bu laftan ama bana iyi gelir. Olur öyle.

3 Aralık 2018 Pazartesi

Kusura bakma, bir anlık
Dalmış gitmişim
Çünkü tenin, tenin
Tenin en güzel anılar kokuyor



15 Kasım 2018 Perşembe

Şikayet (Uygunsuz Dil İçerir)

Sadelikte fayda var. Kendi yediğim boktan biliyorum; bir kaç ay önce şu sayfayı okumanın eziyet olduğunu sen de biliyorsun, ben de biliyorum.

İstiyorum aslında ya; adam akıllı bir yazar olayım. Kendimden Oğuz Atay ya da Sabahattin Ali olmayı beklemiyorum fakat iki kitaplık kıytırık (gerçi kime göre neye göresi var bunun, iki kitapla efsane olanı var, kitap yazmanın asla ve kata hafife alınmaması gerektiği var vesaire) (ki öte yanda cümleye böyle girmeme sebep olanlar da var ama neyse) bir yazar olmak da istemiyorum. Hakkımızda hayırlısı artık.

Yazmaktan başladım konuya ama şu aralar da yazamıyorum. Yani öyle bir noktadayım ki kafamı kaşıyacak bir zaman aralığı bulduğum anda müptezel gibi sarılıyorum, dibini sıyırana kadar kullanıyorum. Öyle olunca ne yazmak kalıyor ne başka bir şey. Şimdi varsa yoksa hedef vur. Ki lazım, hayatı beleşçilikle, tüketicilikle geçirecek halim yok. Ne pamuklara sarılıp sarmalanmak istiyorum, ne de kolaydan ilerlemek istiyorum. O göt sıkışacak mecbur ve razıyım. Malum, sıkışıyor da zaten.

Esip gürlemek kolay tabii; elde ne var? Kendi çapında hatırı sayılır başarılarım var var olmasına da artık bugünde, bu yaşta yeterli değil. Bu yaşa yetecek başarım var mı peki? E yok. Yani somut başarı yok. Her neyse, ne dedik, o göt sıkışacak.

Gerçi öyle bir devirde yaşıyoruz ki, kaçımız kendimizden memnunuz ki? Şunu okuyan en fazla 20-30 kişi, bir sorun kendinize; kaçınız kendine bakınca ben iyi gidiyorum diyebiliyorsunuz? Devirdiği yıl sayısı az buz olmayanlar için evet demek daha bir kolay olabilir ama akranlarım (bu kelime de sik gibi bir şey, yazarken tiksindim), kendinizden memnunsanız eğer, nasıl memnunsunuz lan? Bana çok kör topal ilerliyorum gibi geliyor da ondan soruyorum. Büyüme sancısı herhalde, ama bu boku da 13 yaşımda falan bıraktım sanıyordum.

Bir de şu var; bilgi birikimim iyidir benim. Dolayısıyla yazarken, konuşurken, düşünürken ne zaman kolpaladığımı görebiliyorum. Göremeyenler de var. Bir de göremeyip kolpalarının üstüne bir şeyler inşa edebilenler var, hatta o kolpalar yıkılmıyor, öylece devam edebiliyorlar. O insanları hiç anlamıyorum. Bu insanlar illa kötü insanlar değiller, sevmiyorum da demiyorum, arkadaşlarımın falan arasında da varlar ulan, ama anlamıyorum.

Bu sefer kısa kesmiyorum. Kendimi bir montajın içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum çünkü; hani filmlerde hikaye için gereksiz olan zaman dilimini izleyeni hikayeden koparmadan atlatmak için kullanılan montajlar var ya, o şekil işte. Kafam açık ya şu an; açıktan kastım anlatmak istediklerimi güzelce kurabiliyorum kafamda. Bu montaja rutin denemez ama; her hafta tırt bir sit-com gibi hafifçe farklı bir temada ilerliyor çünkü. Rahmetli Kemal Sunal demişti Hababam Sınıfı'nda, onun ve tanıdığım orta yaşlı ve yaşlı insanların sesiyle duyuyorum o repliği; tünelin ucu bombok bir yere çıkıyor.

Amma şikayet ettim. Ömrümün güzünde de değilim daha. Dedim ya, daha götüm yeni sıkışıyor. Daha buradan şikayet edeceksem ben siki tutmuşum. Neyse, benim bir nevi olayım budur zaten; sorun bazı arkadaşlarıma, şikayet ederek, söverek çalışırım ben.

Bu zamanları özleyeceğim ama. Şimdi sorsan neler yaptın diye, pek bir şey anlatmam ama bugüne kadar ne anlattım ki zaten? Ben George Orwell ya da Virginia Woolf falan değilim ki anlattıklarımdan bir ders çıkarın, yazdıklarım size bir şeyler katsın (bir derecede katıyordur da ne kadar faydalı olduğu konusunda iyimser değilim) (kötümser de değilim gerçi) (kayıtsızım denebilir). Bunda sanırım kendimi bir hıyar olarak görmemin etkisi var.

Ulan it diyeceksiniz şimdi, ulan it daha ne istiyorsun hayattan? Daha istediğim bir şey yok, gayet şükran doluyum zaten. İçimde var dedim ya, şikayet etmek istiyorum sadece. Milyonluk jetleri, malikaneleri, onar onar şirketleri olan insanlar bile şikayet ediyor. Demek ki şikayet etmek bir ihtiyaç. İlla kastetmen gerekmiyor, sadece kendini rahatlatmak için de yapabiliyorsun.

Serde biraz sabırsızlık da var. Ama bence bu benim neslimle alakalı, sadece benim bok yemem değil yani (ki büyük ölçüde kuşağıma uymayan bir hıyarım ben). Benim neslimde bir sabırsızlık var. Kendi adıma sebep olarak boşlukta kalmaktan nefret etmeyi gösteriyorum. Demin de dedim, boş vakti olmayan adam, kadın, ibne (pardon eşcinsel) (çok irite edici oldu biliyorum, fakat biraz da buna kastediyorum çünkü çok hıyar bir haldeyim şu an) veya her neyse işte, boş vakti olmayan yazamaz ki zaten. Yazmak da aslında bir noktada bana boşluktan kaçış sunuyor.

Hıyarın üstüne bu kadar vurgu yapıyorum zira günümüzde hıyar olmak bir nevi yasak. Eskiden bir hıyar ya da göt olmak bu kadar dikkat çekmezdi. Daha açık söyleyeyim, pek fazla kişi siklemezdi hıyarları, götleri. Fakat yine benim kuşağın bok yemesi; pek bir hassaslar (gören de beni baby boomer sanacak, tripleri kes). Katlanamıyorlar hıyarlara, götlere.

Her neyse ya, kendi bokumu böyle kürek kürek döküyorum da kaçınızın durumu benden iyi ki? Demek istediğim, özellikle iyi ya da kötü bir durumum yok. Çan eğrisinin x ekseninde, belli bir miktar sağ taraflarda (soldan sağa kötüden iyiye gibi düşünün) bir yerlerdeyim. Derdim günüm iki kelam laf edeyim de kafam kurcalanmasındı. Bunu da hallettik çok şükür. Canım sıkılırsa (laf ola gibi değil, hakkaniyetli sıkılırsa) buna benzer bir şey yazarım gene buraya. Ki bugüne kadar da az yapmadım, yani er ya da geç kafa sikmeye dönerim.

12 Kasım 2018 Pazartesi

Çok Sayıda

Durduğum yere ışık loş vuruyor
Belki de üstüm başım sıkıntı içinde diyedir
Bir ses yüzüme yüzüme vuruyor
Duyduğumu anlamamak kimin kabahati
Dakikalar bastonla yürüyor
Belki de fazladan yaşlanıyorum diyedir

----

Ya ben bu sokakları, bu balkonları
Bakımsız lokantaları ve bisiklet yollarını
Bu şehrin güvercinlerini tanımazken
Kestirme yollarını bilmezken
Sahilinde bir bira içmemişken
Daha çok seviyordum
Ya da hafta hafta yaşamak
Sıcaklığı çalıyor insanın gönlünden

----

Fidanlar gibi büyüyoruz aslında
Kökümüzü tohumumuz toprağımız
Dallarımızın yönünü güneşimiz belirliyor
Büyürken, yükselirken
Bazı yanlarımız gölgede kalıyor
Kırılıyor ya da çürüyor bazı dallarımız
Bir yanımızın yaprakları hep daha yeşil
Daha güzel çiçekleri
Suyumuza göre sağlığımız
Havamıza göre ömrümüz
Biz nerede nasıl büyüdüysek
Tohumlarımız da ona göre oluyor
Bazen yapraklarımız sararıyor
Ama yenisi geliyor yerine yine yemyeşil
Yine de bir gün geliyor
Son yapraklarımız sarı oluyor
Gövde çürüyor, kökler ölüyor
O fidanlar toprağa düşüyor

----

Rüyalarımda bile bırak koltuğu kanepeyi
Bir taburede oturup soluklanamıyor
Gökteki bulutlara bakamıyorum
Ben şimdi hangi gün hangi saatte
Kafamı kaldırıp da bir nefes alayım

27 Ekim 2018 Cumartesi

Koşmak Ve Soluklanmak

Yanlışlarımızı görmekte zorlanıyoruz. Bunda her yanlışın doğuştan yanlış olmadığı gerçeğinin de bir rolü var, fakat asıl mesele yanlışlarımızı göremeyecek kadar koşarak yaşıyor olmamız. Burada üstünde durmak istediğim nokta yanlışlar değil, koşu. Kendi hayatlarımızı (en azından çoğumuz) bir aslandan kaçan bir ceylanın hızıyla koşarak geçiriyoruz. Hayat bu hızla yaşanmaz, insan bu daimi tempoyu kaldıramaz. Hayatlarımızda durup soluklanabileceğimiz boşluklara ihtiyacımız var.

Ben yakında beyaz yaka olacağım. Bugüne kadar da beyaz yakaları çok gördüm, aralarında bulundum kısa sürelerle de olsa. Bu depar hayat tarzı en belirgin şekilde, en göz önünde haliyle onlar tarafından tecrübe ediliyor. Bu insanların soluklanmaya ihtiyacı oluyor. Soluklanıyorlar mı? Hayır. Öyle bir imkanları nadiren oluyor.

Deparı yaşıyorsanız ve duracak alan bulamıyorsanız bir noktadan sonra koşudan kopuyorsunuz. Ya aslana yakalanıyorsunuz, ya düşüyorsunuz, ya bedeniniz iflas ediyor, ya intiharvari bir şekilde aslana rağmen duruyorsunuz. Ceylan da insan da bir yere kadar devam edebilir.

Bunları böyle karamsar karamsar anlatıyorum, çünkü koşu ve mola arasında bir sarkaç gibi sürükleniyorum, bir doğuya bir batıya, bir koşuya bir molaya yöneltiliyorum merkezim tarafından, hayatım tarafından. Bu yüzden de ne koşu koşu gibi geliyor, ne de mola mola gibi geliyor.

Bunlar belki de yavru bir kuşun, yuvasından yere ilk defa atlamadan önce aklından geçenlerdir, kim bilir?

22 Eylül 2018 Cumartesi

Fazla Mı Gittik Ne?

Sanırım kötü bir yerde mola vermeye karar verdim.

Ben de tam emin değilim. Bir şaşkınlık haline benzer bir hal var üstümde. Hani kafan dolu olur ya, hava almaya çıkarsın, ayaklarına emanet götürürsün bedenini bir yerlere. Sonra nihayet arı kovanı durulur da kafanı kaldırırsın, bakarsın vardığın mahalleyi tanımıyorsundur. Neredeyim ben dersin kendine. Ev nerede? Ne kadar yürüdüm? Öyle bir hal var üstümde.

Uykularım bir garip, bir huzursuz son günlerde. Kendimi çok ittim sanırım, ondan dolayı geri dönüş zor ve yorucu geliyor.

Ben kolay kolay yaş tahtaya basmam. Bu asla basmayacağım demek değil tabii ki. Koskoca Atlantis sebebi bilinmez, bir batmış ki hala bulunamıyor. Hepimize olabilir bu. Tanrı kompleksine girmek birinin yapabileceği en aptalca hatalardan biri. Memento mori diye fısıldayan o adam var ya Jül Sezar'ın yanındaki, o adam işte hepimize çalışacak diye bir kural yok. O yüzden bazen kendimize dememiz lazım memento mori diye.

Bugün, güzel geçirmeye müsait bir gün. Güneş parlıyor, hava temiz ve berrak, sokaklar kalabalık. Bu aydınlıkta, bu sıcaklıkta, bu güzel olabilecek günde evin yolunu bulurum gibi geliyor. Bir büyük bahar temizliği yapabilirim. Tıkanan kanalları açabilirim. Kendime dönebilirim.

Size de tavsiye ederim. Dışarıda neredeyseniz, eve dönün. Kendinize dönün bugün.

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Cümle Cümle

-Sinir hastası insanların gülüşünde korkutucu bir taraf vardır.

-Kimin ne konuştuğunu unuturum da nasıl konuştuğunu unutmam.

-Günlük hayatımda pek göremezsiniz ama egoistliğin ve küstahlığın beni cezbeden bir yanı var.

-Söz uçar, yazı bir yerlerde unutulur, eylem her şeyin ortasında büyük ve mağrur ve korkusuzca kalır.

-Söz demişken; fikrinizin arkasını nedenlerle, gözlemlerle ve/veya gerçeklerle desteklemiyorsanız o fikri unutun daha iyi.

22 Mart 2018 Perşembe

Yüzünde gördüğüm bazı
Sıkıntılar ya da kederler
Ve sevinçler bazen
Bazen şefkatler
Aynı ifadeleri ben
Sabahları erken saatte
Akdeniz'i izlerken de görüyorum

Gözlerinde gördüğüm
Yıldızlar, bulutlar
Öğlen güneşi ve şafaklar
Yahut sağnak yağmurlar
Gökyüzü beliriyor senin
Gözlerinde, gözlerimin önünde

Durduğumuz yerlerde
Engin okyanuslar yüce
Dağlar, uçurumlar
Birbirine dokunmayan
Anılar, bizi kar ve
Çöl gibi uzak tutuyor birbirimizden

Yüreğimde duyduğum
Birkaç keşke, ya olsa
Uzanamayan ellerim
Bana saklamadığın kelimelerin
Bizi kol kola, can cana göremeyen
Sokaklar, senin olağan
Güzelliğine bir kat olağanüstülük
Sürüyor

15 Mart 2018 Perşembe

Bakmasan Daha İyi

Yavaş. Durgun. Kıymetsiz. Takvimin ilerleyen günlerinde bir renksizlik var. Toprak kuru, rüzgar soğuk. Fırtınalı günlerde İstanbul Boğazı'nın aldığı o üzgün renk gözlerimin önüne geliyor harekete geçmediğim her saniye.

Boğazımda kahvenin tadı güzel ama içinde durduğum fotoğrafa tesiri yok. Düşüncelerimi eylemlere dikmek istiyorum, dikiş tutmuyor. O eylemler o düşüncelerin üstünü örtemiyor. Sanki düştü düşecekler.

Biraz yıpranmışlık Tezer Özlü kitaplarına yakışıyor. Bugün düşünmek zor, bağlamak zor, zorlamak zor. Ne yapıyorum ben kendimle?

Hayatımı kısmış gibiyim. Bu bezginlikten, bu bunalımdan daha iyisini yapabilirim. Fakat bugün değil. Bugün beyaza değil, siyaha yürüyorum.

Tatsız bir et çiğnediğimi hissediyorum. Sanki yetersiz, sanki kötü, sanki sıkıcı. Yaldızlı bir yüzeyi kazıyorum, altından bir bok çıkmıyor. Boş ve faydasız.

Sanırım bir gün geri dönüp bakınca, bu geceden bir şey anlamayacağım. Hiç yaşanmasa da olurdu. Patates soyacağım, ama neden? Bulaşık yıkayacağım, ne için? Kitap okusam, ne fayda? Ders çalışsam, ya sonra? Yatsam, uyumadıktan sonra ne sikime yatayım ki?

Sen neredesin, sen ne yapıyorsun? Sen kim olduğunu biliyor musun? Sana kötü haberlerim olsa, beni affeder misin? Bu gece beni anlamaya zahmet etmezsen daha iyi edersin. Soru soracaksan benimle ilgili olmasın. Bakınca anlayacaksın, taşan bir cezve Türk kahvesinden farkı yok bu gecenin. Bilmiyorsun. Senin hakkında düşünmek istiyorum bir süre, sen artık her kimsen.

Bebek adımları. Paçavralar. Paçavraları kaldır at, ne kaldı geriye? Bir işe yarayacak mı?

Kötü günlerle nasıl başa çıkarsın? Çay mı demlersin mesela? Ya da karaktersizsen mesela, boş ve sığ bir adamsan, hayatın kolpaysa, mal mal hareketlerin varsa, dallamaysan ulan işte yani, o zaman ne yaparsın? Kendini bir sik mi sanırsın? Savunma mekanizmalarını mı devreye sokarsın? Peki ya acizsen, eziksen, zavallıysan? Kabullenir misin bunu? Ayağa kalkmaz mısın? Eziklikten zevk mi alırsın? Bir anda sinirlendim.

Bazı şeyleri kişiselleştirmek beni rahatsız ediyor. Beni kötü yönde etkileyen yüzleşmeler bunlar. Değerimi düşüren kendi şeytanlarım. Pislik ve çamur.

Eğer bir süre tepende asılı kalıp, bir yara bıraksa bile gidiyorsa üzüntüdür. Eğer gitmek bilmiyorsa bunalımdır, hastalıktır. Eğer sik sok sebeplere aşırı tepki vermekse, samimiyetten uzak, şova yönelik hareketlerse ve şıp diye üstünden atabiliyorsan özentiliktir, öyle özentiliğin de amına koyayım ya neyse.

Neden?

Çok garip değil mi? Nezle olmak gibi kötü bir his değil mi? İnce bir huzursuzluk, olan biten bu. Büyümeye hazır, olan biten bu. Panzehirini bulmak istediğim zamanda bulamıyorum, olan biten bu.

9 Mart 2018 Cuma

Kırık Kemik

Ne kafa kaldı ne de denge.

Göstere göstere geldi düşüş. Üstümdeki şu ölü toprağı, şu bağlı basiret açılmıyor, kaldı ki ben de açmak için çok az şey yapıyorum. Böyle durumlarda insanın aklı yara alana kadar başına gelmez. Ki bugün olan budur bana; yara almak.

Geriye dönüp bakınca, neden diye sorunca cevabı bir yorgunlukta, bir bıkkınlıkta görüyorum. Bir ağırlıkla, bir pasiflikle alakalı. Hayatım boyunca kuru laf kalabalığından nefret ettim; toplantılarda dikkatimi toplayıp da konuşulanı dinlemem, uzun süren konuşmaları dinlemem, seminerler falan zaten kahır bela bana. Eylem içermeyen bir şeyden hayır gelmiyor bana. İki elimi kullanmadan dahil olamıyorum hiçbir şeye.

Başıma açtığım belayı toplarım bir şekilde; tanıyorum kendimi o kadar. Bugüne kadar çoğunlukla başardım bunu, başarısızlıklarım ise bana zarar verecek kadar büyük olmadı, biraz şanstan biraz da benimle alakalı.

Ama işte bir kemiğin kırılsa kemik bir şekilde iyileşiyor da kemik iyileşene kadar acı çekiyorsun. Çeşitli sıkıntılarla, engellerle uğraşıyorsun. O kemiği kırmamak senin elindeyken de kırık bir kemik feci asap bozuyor.

Bazen nasıl bu kadar dallama olabildiğime kendim de inanamıyorum.

11 Ocak 2018 Perşembe

İpin Ucu Koptuğunda

Elimi hareket ettiriyorum; yerden göğe doğru, önce alıyor sonra veriyorum. Yüzümü kendime döndüğüm zaman kanım soğuyor. Ne kadar soğuk, ne kadar kalabalık, ne kadar vahşi ve ne kadar canlı. Yeni bir gün doğuyor fakat ben hep benzer bir şekilde uyanıyorum. Burada sabahları güneşin sarısı mat oluyor. Bu şehrin hayvanları yok, üstüne ilk defa düşünüyorum ve bu gerçek beni mutsuz ediyor. Ne martılar, ne kediler, ne güvercinler; hiçbiri yok. Burada olan şey yüzler, dünyanın dört bir yanından yüzler var burada. Ruh halimi işitsel olarak kendime yansıtıp aralarından geçip gidiyorum. Dünya istediği kadar farklı olabilir fakat bazı şeyler hep aynı. Bu ifade, bu yargı bende dalgalar teorim kadar, öl ya da öldür mantığım kadar yerleşik artık. Değişim ne kadar güçlü ve kapsamlı olursa olsun, ufak bir miktar değişime direnmeyi başarıyor. Hiçbir şey yüzde yüz değişmiyor. Yakın tarihimde en çok yalnızlığımı görüyorum. Bir el, belki kendi elim, beni aşağı itiyor ve düşüyorum. Bazı metaforları çok sık kullanıyorum; sınırlarımı çok uzağa itemiyorum belli ki. Bir başka mesele olarak da hep kendimden söz ediyorum. İstisnalarım da var elbette ama ister aritmetik ister geometrik ortalama al, sözlerimdeki ezici çoğunluk beni içeriyor. Belki narsizim, belki de değil, o kadarını düşünmüyorum. Ne kadar güzel, ne kadar dingin, ne kadar yumuşak, ne kadar sade, ne kadar hafif, ne kadar özgür. Olan bitenden kopabiliyorum, mazur görün. Aklındakileri kovalayarak geçen bir ömür, özünde çok yorucu. Fakat yorulmazsa çıldırır insan. Umarım sadece akıllı gözüküyorumdur, çok akıllı değil. Çok akıllıyla bağlantı kuramaz insan. Çok akıllı bile çok akıllıyla bağlantı kuramaz. Bazen direksiyonu bilinçaltıma teslim ediyorum. Beni doğru yöne götürmeyi başarıyor, nasıl ben de bilmiyorum. Küçük ve ağır adımlar metanetle ve emniyetle götürür insanı gideceği yere. Emniyeti güvenlik olarak almayın, sağlamlık olarak alın. Bir figür, bir tip yaratmak kolay, zor olan bir insan yaratmak. Monoton bir sesle yazıyorum çünkü şu an o monoton ses doğal hissettiriyor. Lütfen unutmayın; önünüzdeki bu metnin öteki ucunda yirmi üç, bilemedin, yani en fazla yirmi dört yaşında biri var. Gidişat doğru olabilir fakat bilgi eksik yani. Belli bir şeyin içinde ne kadar kayboldunuz bugüne kadar, en derin nereye gittiniz? Benden soruya cevap beklemeyin, çünkü ben de sizin cevabınızı beklemiyorum. Soru sadece sizi ilgilendirir. Başka kağıtlardan kopya çekmeye çalışmayın. Kusura bakmayın, bir şey mi diyordum? En başta neden anlatıyorum ki? Aslında ben kendimi biliyorum. Fakat işte dedim ya, olan bir şeyin aynı zamanda olmayanı hep kalır bir miktar da olsa. Her zaman için bir miktar bilmediğim şeyler olacak kendi hakkımda. Yine elimi gezdiriyorum, soldan sağa, soyut bir varlığı takip ederek. Sanırım bazı yontulmuş yanlarımı tekrar kabalaştırıyorum burada. Her gün aynaya bakarsan ne kadar değiştiğini anlayamazsın. Çok konuşursan insanları sıkarsın. Bazen konuşmazsan sen sıkılırsın. Sıkılırsan dikkatin dağılır. Dikkatin dağılırsa anlamazsın. Anlamazsan başarısız olursun. Evet, dışarıdan bakınca pek de Türk'e benzemiyorum. Boşnak kökenliyim, o yüzden. Fiş de istemiyorum. Yine geçtim gece yarısını. Başka başka şeyler düşünüyorum. Gene çok dağıldım, arada mutlaka boş  yaptım. Belki sadece uzun olsun istiyorum bu yazdığım, böylece içimde dökecek bir şey kalmaz, temizlenir içerisi ve yattığımda daha hafif olurum, belki o kadar hafif olurum ki yatağın yüzeyinden biraz daha havada dururum. Bütün bu laflar nereye geliyor biliyorum fakat nereden geliyor onu bilmiyorum. Neresi derken açık adresten söz ediyorum. Çok şükür gördüğüm şeyi anlayabiliyorum. Sonuçlar yine tatmin edici değil. Olsun, nihayete erince, süreç en iyi ihtimalle güldürür, en kötü ihtimalle ağlatır, bundan da başka bir değeri kalmaz. Bakın, hepinizle aynı şeyi göremiyorum, dolayısıyla sizle aynı görüşü paylaşmıyorsam kızmayın bana. Görüş denen şey zorla öğrenilmiyor, çok yavaş bir sürecin ardından oraya varıyorsun. Sanırım metaforlar dışında aynı kelimeleri de çok sık kullanıyorum. Galiba rekora koşuyorum. Rekora koşmak şu an benim için ne iyi bir sonuç, ne de iyi bir fikir. Takıntılarımı obez olana kadar besliyorum. Ne kadar garip, ne kadar bulanık, ne kadar anlamsız, ne kadar anlık. Hatta ne kadar sıkıcı, çünkü cidden, benim bile aslında kendi kelimelerime bu kadar vaktim yok. En çok kendimi eleştirmeyi seviyorum mevzu bahis eleştirmekse. Sanırım belli konu, durum ve olaylar var ki onlarda başkalarını hiç umursamıyorum. Kusur mudur bilmem. Cidden, nerede duracağım? Buradaki çok süslü kilise gibi halim; yirmi üç yıldır inşaat halindeyim, bir yirmi üç yıl daha da sürecek, yani galiba. Vaktini öldürmek de değil, yok etmek için yapabileceğin o kadar çok şey var ki. Gözlerim kapanıyor. Elim hareket ediyor; yukarıdan aşağı doğru, sona erer gibi.