16 Kasım 2021 Salı

Berbo Gün İçi Berbo Saatler

Öğleden sonra saat ne olursa olsun bunun için erken, günlerden Salı ve ben üzgün hissetmek istiyorum. Kasım ayının verdiği bir ilham olabilir, düşüncelerimin gerçeklerime baskın gelmesi olabilir, dinlediğim bir şarkı olabilir, halamın bıyıkları olsa amcam olabilir ama sonuç olarak içimde bir hüzün var. Boş bir bardak var solumda, gri bulutlar var karşımda, dakikalar yavaş ilerliyor ve yan odadan gürültüler geliyor; her şey doksanlardan kalma, atmosferi boğuk bir bağımsız film gibi hissettiriyor.

Berbattan kısaltma berbo diye bir argo tabir var. Ben seviyorum. Böyle bıkkın, bitkin, yorgun, mutsuz olduğunu anlatmak için kullanılıyor. Bu akşam üstü ben berboyum. Benim gibi çok kişi var. Benden beter durumda olan çok kişi var. Belki deniz kenarında bir yerde balık tutan bir amca, belki lüks bir restoranda arkadaşlarıyla yemek yiyen kocadan zengin bir kadın, belki kız arkadaşından ayrıldıktan hemen sonra otobüsle evine dönen bir liseli genç. İş adamı olabilir, hademe olabilir. Fark etmez. Ülke insanı akın akın buhrana göç ediyor. Ne yaptığını bilmeyen aptallara zerre nüfus verecek olursanız, sonuçları bu biçimde oluyor.

Çünkü kabul edelim; yönetmeyi kim biliyor? Hangi aklı evvel doğru kararlar alabiliyor şu an? Sosyal medyaya, televizyona, desteklediğiniz takıma, KAP yayınlarına, çevrenize bakın; karar alma ve uygulatmaya muktedir kaç kişi, bu güçten faydalı bir sonuç üretebiliyor? Hiç de lafı sosyoekonomik veya sosyolojik eleştiriye çekmeyi düşümüyordum, ama kendimde daha fazla kızacak bir şey kalmadı ve benim devridaim eden bu öfkemi yöneltebileceğim birilerine ihtiyacım var. Ve yirmi yedi yaşımı bitirmeye yaklaşırken, iki katım adamların ya da kadınların eserlerine bakınca bok görüyorsam sadece, sizce de haksız değil miyim maharetsiz muktedirlere tepki göstermeye?

Bizi yıldırdılar. Bizi büktüler. Yüz yıl sonra müzelerde yirmi birinci yüzyılın gençlik dönemi sergilendiğinde, torunlarımız mor göz altları görecekler, sigaradan sararmış dişler, bakımsız saçlar, kambur sırtlar görecekler. Kalabalıklar küskün, kitleler yorgun, toplumlar perişan. Geçmişin zafer hikayelerinin ertesi gününde sikim kadar ilerleme olmadığını gören bir nesli çaba harcamaya ikna etmek çok zor. Yaşadığım topraklar söz konusu çabaya ikna olmak için nadir uygun yerlerden biri, çünkü bizden, yüz yıl kadar önce, tarihte anlamlı bir değişiklik yaratan biri çıkmış. O yüzden açtığı yolda, gösterdiği hedefe, durmadan yürüyeceğimize ant içmişiz daha çocuk yaşta. Kaldı ki buna rağmen içinde bulunduğumuz sefil vaziyet, çabanın bile kifayetsiz kalmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bir göstergesi. Olsun. "Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hayatımın hiçbir dönemimde umudumu yitirmedim".

Belli ki kişisel sıkıntılar yaşadığım bir dönemde değilim. İçimde biriken öfke, mutsuzluk, hüzün; o kadar da benle bağlantılı değil. Bazen de böyle olur. Nasıl ki buraya hep kendimden yazdığım oldu, nasıl ki buraya mutluluğumu saçtığım oldu, bazen de bir değil çok kişilik konuşacağım. Bu sabah dedim, uyandım ve şiddeti seçtim. Bugün bir şeyler kıramadım, yıkamadım ama bir şeyler başardım. Belki de şiddet dürtümü dinginleştiren bu oldu. Belki de yıkıcı bir enerjiden yapıcı bir sonuç çıkardım. Belki de birileri kafalarını kendi götlerinden çıkartır da aklın yoluna odaklanırlarsa benim ortaya koyduğum örnekten daha da büyüğünü ve faydalısını yaratabilirler.

Tekrar edeyim, kendimden bunu beklemiyordum. Sadece biraz boktan hissetmiştim kendimi. Sanki sıcaktan bunaldığımı zannederken gıda zehirlenmesi geçirdiğim ortaya çıkmış gibi; hiç tahmin etmediğim şeyler çıktı ortaya. Demek ki ihtiyacım varmış.

Bir süre daha bu bıkkınlık içinde kalacağım gibi gözüküyor. Gerçi her sabah dünya baştan aşağı değişiyor. Bu cümlenin gerçek olduğu bir ülkede yaşıyorum. Dolayısıyla Çarşamba ne olurum bilmiyorum. Sadece daha az yeni sinemacılar, daha çok yeşilçam gibi hissetmek istiyorum.

5 Kasım 2021 Cuma

Peki Ya Ben?

Kim olmak istiyorum? Ne yapmak istiyorum? Nereye varmak istiyorum? Kaç farklı şeyi başarmak istiyorum? Siktir, bu soruları on yedi yaşımdayken aşamadım mı?

Ama bazen gelirler. İnsanın üstüne gelirler. Boğazına boğazına basarlar. Eh be dersin, yeter lan dersin, sikerler dersin. Ağzın bozulur çünkü bünyen bozulmuştur, aklın fikrin bozulmuştur. Bazı pazartesiler o kadar pazartesidir ki yaşamaktan tiksindirir. Bazı cumalar o kadar boktandır ki ağzındaki tadı siker atar. Kanatlanıp uçabildiği gibi bok gibi yere de yapışabilir insan. Genelde her şey güzel olmaz, bazen hiçbir şey güzel olmaz, nadiren her şey çok güzel olur.

Gazel okuma lan, nedir derdin onu söyle, diyor içimde biri. İşte ben de onu anlatmaya çalışıyorum; dert dediğin türlü türlü, kiminin ismi var, kiminin ismi yok. Bazı dertler sokak köpeği; adı bile yok ama sabah kapından çıktığında takip ediyor seni. Kendini maden işçisi gibi hissetmek için maden işçisi olmaya gerek yok. Ama bu dediğimi çok uçurmayın, maden işçisi değilseniz kendiniz kendinizden dışarıya maden işçisi gibi göstermeye çalışmayın.

Aklımın boyutları mütevazı bir oda kadar; her oda gibi aklım da kirleniyor, dağılıyor, dolup taşıyor. Bazen aklımı temizlemem, içerdeki çöpü dökmem, her şeyi derleyip toplamam gerekiyor. Ve daimi bir anti-sosyal olarak bunu yalnız yapmayı seviyorum, etrafımda ne kadar insan olursa olsun. Ama sanırım bu yönümü kabul ettirebiliyorum, bokunu çıkarmadığım sürece. İki insanın karşılıklı anlaşabilmesi gerekiyor, kabullenebilmesi gerekiyor. İnsan oyun değil ki kazanasın, kil değil ki şekillendiresin.

Ben tenhayı seviyorum. Sessizi seviyorum. Uzağı seviyorum. Kendimi dinlemeyi seviyorum. Tercihlerimi seviyorum. Kendime çok bayılmıyor olabilirim, kendim için en iyisi uğruna kavga etmiyor olabilirim ama Allah belamı versin ki çizdiğim çeşitli yollar var kendime ve hepsini ayrı ayrı seviyorum. Korktuğum bir şey var mı diye düşünüyorum ama bulamıyorum. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki korkularım var, ama korkularımı düşünmeye çalıştığımda düşünemiyorum.

Belki buradan herhangi bir ikiyi ikiyle toplayınca dört etmiyor, ancak matematiği bulmak isteyen doğaya çıksın, insanın gönlüne bakmasın. Bu gece bir şey oldu, götüm kalktı. Nedeni bilinmez götüm kalktı. O yüzden böyle büyük büyük ahkam kesiyorum. Belki de duvarlarım yıkıldı, belki de umduğum dağlara karlar yağdı, belki de neye niyet neye kısmet oldu. Ama bütün bunların sonucunda aklımın ipleri salındı. İçimde özüm salındı dışarı. Belki de içim ben, ben, benim sıram artık dedi onca gürültünün, onca sorumluluğun, onca düzenlemenin, onca sabrın ardından. Belki de mutluluk bile zehre dönüşebilen bir şey.

Çiseleyen yağmurlar sağnağa dönüşebiliyor. Akla gelen iki cümle iki yüz cümle olabiliyor. Kimisinin terapisi başka insanlar, kimisinin cehennemi. Peki ben bütün bunlar arasında neye samimiyetle inanıyorum?

Buraya kadarmış. Dışarıya çekiliyorum yine. Duvarlarıma, kuytularıma dört elle sarılmak istiyorum. Ağlaya ağlaya, bağıra çağıra buraya tutunmak istiyorum. Ama ne aptalım ne de toy; insan asla yapayalnız yaşayamıyor. İçecek suyun bile para karşılığı olduğu bu dünyada kim bedelsiz yaşamış ki?

Biraz daha barışabildim istemediklerimle. İstediklerimin bedeli olabileceklerini kabul edebilecek kadar barıştım istemediklerimle. Bu odanın kapısını kapatıyorum yine. Ama açacağım yine, merak etmeyin. Bir yere gitmiyorum yani. Tekrar oturacağız burada. Belki yarın, belki yarından da yakın.

24 Eylül 2021 Cuma

Teoman Şarkısı Hissiyatı

Bazen melankoli basıyor.

Üzüleceğim bir şey olduğundan değil. Sinirli ya da gergin olduğumdan da değil. Sadece keyfim buharlaşıp gidiyor. Geriye benden kuru ceviz kabuğu gibi bir beden, bilyeler gibi bir çift göz kalıyor. Saatler yok oluyor, çiçekler soluyor.

Konuşkan bir adam değilim. Etrafımdaki insanlar bunu çok iyi bilir. Yazıyorum ben; yazınca ifade edebiliyorum kendimi. Monososyal diye tabir etmiştim bir zamanlar bu durumu. İstediğim zaman, istediğim şekilde açıklayabilmek kendimi; bunu seviyorum.

Bazen sonsuza kadar seyahat halinde olmak istiyorum. Belki de bu yüzden uzayın sonsuzluğu ilgimi çekiyor; bitmeyecek bir seyahat olması. Benim gibi evcimen, sükunet seven, sabit bir adam için zıt gözüküyor olabilir. Ama tezatlarla yaşayan canlılarız. En güçlü ışıklar en koyu gölgeleri yaratır.

Bitmek bilmeyen bir yapılacaklar listem var; yaşamak böyle bir şey en azından benim gözümde. Yetişmem gereken yerler var.

Bir sonraki ruh halimde görüşürüz.

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Dümdüz Yazı - Sıfır Olağandışılık

Şu sıralar fazla okunmuyorum ve bu durum canımı sıkıyor.


Şaka, şaka.


Hiçbir zaman fazla okunmadı burası ve ben bu fikirle barışığım. Konuşmak istediğim zaman konuşuyorum. Çok şükür özgüvenim zedeli değil; çünkü Dünya öyle bir yer ki yıkılmaz denen dağlar toza dönüşüyor, sökülmez denen ormanların yerini çöller alıyor, düzenler ölüyor ve çirkinliker semiriyor. Bugün elimizde iyi olan ne varsa, elimizdeki iyiler için mutlu olmamız gerekiyor.


Burada önemli bir ayrımda bulunacağım. Şükretmekten söz etmiyorum. Şükretmeyi sikeyim. Çünkü bizim şükrettiğimizi görenler, bizden daha da fazla çalıyor ve ona şükrettiysen buna da şükret diye bizi koşullandırıyor. Var olanlarımla mutluyum diye olmayanlarımı talep etmeyeceğim anlamına gelmez. Sömürenlerin canı can ama biz bostan korkuluğu muyuz ulan? Siktirsinler.


Durağanlaşmış hayatım ivme kazanmaya başladı. Kazanmakta olduğum ivmeden gerçekten memnunum. Çünkü hayatımda kendimi hazırladığım yol ayrımlarına yaklaşıyorum. Hayatımın her alanını planlamış bir kuklacı değilim; ama hedeflerime üç aşağı beş yukarı yaklaşıyorum.


Ben içime dönmeden, kendime kapanmadan yazamıyorum. Ve öyle bir dönemdeyiz ki, dışarısı insanın içine tecavüz ediyor. Kendine kendini ayıramıyorsun çünkü bedeninin dışında hep bir ses var, hep bir eylem var. Dışarısını dikkatini çalmadan bir gün geçiremiyorsun. Deneyimlerimi dökmek istediğim dönemde denetim topluyorum; çünkü dönem bana deneyim kusuyor. Gece gördüğüm bir rüyayı anlatır gibiydim; şimdi uzak bir anıyı hatırlamaya çalışıyorum.


Odaklanmam da yok oldu. Tek oturuşta film dahi izleyemez oldum. Dolayısıyla kendimi ifadem de bölünüyor.


En azından önümdeki üç haftanın sıra dışı olacağını biliyorum. İhtiyaç duyduğum yenilikleri, değişiklikleri zirveye çıkartacak üç hafta. İnsan yolunda yürürken her zaman önüne bakamıyor ama ileri bakmakta fayda var. Belki hayatınızın ofis masası dönemindesiniz, belki kaldırım üstü dönemindesiniz. Yüksek bir dalganın tepesinde dalgayı da sürüyor olabilirsiniz, yerin altında aşağı doğru kazıyor da olabilirsiniz. Biz sabit kalmıyoruz. Hiç birimiz sabit kalmıyor. Mesafeyi kat etmeye son vermemek lazım.


İtici bir motivasyon konuşmacısı olmaya çalışmıyorum. Devrimci de değilim. Beyaz yakayım mesela, modern köleyim, aşağılık bir sınıfım. Gün gelecek beyaz yaka toplu olarak kim olduğunun bilincine varacak ve o gün büyük bir değişiklik olacak. Ama o gün uzak. Ve o yüzden değişime açık olanlar, deüğişmeyi bilenler, değişmeyi isteyenler beyaz yaka olmuyor. İstisnaların kaideyi bozmadığını unutmadan itiraz edin bana.


Ama zaten, tekrar ediyorum, okunmuyorum. Dolayısıyla ne dediğimin önemi yok. Şuracıkta kesebilirim bu metni ve kim bana nasıl itiraz edebilir ki? 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Türk Gençliği

Dünya bir restoran olsaydı, biz aşırı çalışmış, bitkin ve öfkeli garson olurduk. Bir lokma da kendi yiyebilmek için harap olan, hem mutfağın kaosuyla hem müşterilerin ağız kokusuyla uğraşmak zorunda kalan, patronunun asla umursamadığı garson olurduk. Ne ailemize ne arkadaşlarımıza vakit ayırabilirdik. Birileri sürekli bize bağırdığı için, aşçının ya da patronun hatası yüzünden sürekli suçlandığımız için sinirimizden çatlıyor olurduk. Sürekli ayaklarımızın üstünde durmaktan yılmış olurdur. Müşterinin ya da patronun ağzına tepsiyle vurmak için son bir yanlış söz ya da hareket beklerdik.

Dünya bir hapishane olsaydı, biz mahpusluğun bozduğu masum olurduk. Hak etmediğimiz halde cezalandırılmış, bu korkunç yerde sağ kalmaya çalışan, istemediği halde kötülüğe itilen masum olurduk. Çektiğimiz çile bizi gaddarın da gaddarı hale getirirdi. Bolca kavgaya karışırdık. Bizimle uğraşıla uğraşıla, başkalarıyla uğraşan mahkum olurduk. Koğuş ağası olduğumuzda gücümüzü kendimiz için kullanırdık.

Dünya bir şantiye olsaydı, biz ustabaşı olurduk. Hem mimarla, hem mühendisle, hem müteahhitle, hem amelelerle uğraşmamız gerekirdi. Demir yumruk olmamız gerekirdi, yoksa şantiyede hiç bir iş hallolmazdı. Herkes işi en iyi bildiği için, inşaat adam akıllı ilerlemezdi ve doğrusunu anlatmak bize düşerdi. Bir yandan amele gibi çalışırken, bir yandan mühendis gibi karar almamız gerekirdi. Herkesin bize ihtiyacı olurdu ama kimse bize hakkımızı vermek istemezdi. Hakkımızı istediğimizde lafı çevirirlerdi.

Dünya bir televizyon kanalı olsaydı, biz haber bülteni olurduk. İnsanlar bizi izlerdi ama dinlemezdi. Dinleseler bile önemsemezlerdi. Yırtınırdık önemli olanı anlatmak için; ama bizi umursamaz, eğlence programlarını ya da spor maçlarını izlerlerdi. Her gün her şeyden haberdar olurduk ama bir faydası olmazdı. Ama bir hatamızda yerden yere vurulurduk. Ya da kendi yorumumuzu katsak, kim var kim yok üstümüze gelirdi. Çünkü patronun umrunda olan tek şey rating olurdu. Rating getirmediğimiz için de bizi korumazdı patron.

Dünya bir sınıf olsa, biz sınıfın sessiz çocuğu olurduk. Diğerleri tarafından dışlanırdık farklılıklarımız yüzünden. Kimse bize derdimizi sormazdı. Hocalarımız bizim fikirlerimizle ilgilenmezdi. Hatta hocalarımız da bizi sevmezdi onların statükosunu bozduğumuz için. Hayallerimize ve hedeflerimize izin verilmezdi. İsyankar olmamızdan korkulurdu. Sık sık disiplin cezası alırdık, çoğunlukla haksız yere hatta. Bir gün patladığımızda da kötü adam olurduk.

Dünya bir film seti olsa figüran olurduk. Kimse yeteneğimizle ilgilenmezdi çünkü herkesin odak noktası filmin yıldızları olurdu. Yönetmen kibrinden boğulduğu için onunla iki kelime bile konuşamazdık. Set ekibinin başına bela olduğumuz için bize uyuz olurlardı. Bütün bunlar için de üç kuruş alırdık. Şansımız dönecek diye yıllarca beklerdik.

24 Temmuz 2021 Cumartesi

Mood Swing

Canım sıkılmasaydı yazmaya niyetlenmeyecektim.

Çünkü sıkıldım artık, çok fazla şeyden sıkıldım. Her günün birbirine benzemesinden sıkıldım. Yalnızlıktan sıkıldım ve bu yalnızlığa neden olan her şeyden sıkıldım; özellikle maskelerden çok sıkıldım. Hastalıklardan da sıkıldım. Yemek yemekten sıkıldım, yemek yemekten, hani şu her gün yapmak zorunda olduğumuz bir kaç eylemden biri olan, yapmazsak öleceğimiz yemek yemekten. İçmekten dahi sıkılmak üzereyim ki bu cidden sıra dışı bir durum.

Ağır adımlarla hareket eden biriyim ben, bu ağır adımlar düşüncelerim için de geçerlidir. Anlatılarımda yeni konulara çok yavaş geçiyorum. Ancak yirmilerimi kapamaya yaklaşmışken, hayatımın ivmesindeki bu düşüş beni iyice geriye çekiyor. Öfkeleniyorum; dünya üzerinde çok daha iyi bir yerde, bir durumda olabilirdim, ama akmayan, kokmayan, ara dere, basık bir yerde sıkışıp kaldım.

Bu yüzden de yazmak falan istemiyorum aslında; aynı sıcak sabahları ve sıkıcı toplantıları, aynı öğlen yemeklerini ve bakkal alışverişlerini kaç kere yaşayabilir insan? Kaç kere bugününden şikayet edebilir, ilan-ı aşk edebilir, hayal kurabilir, büyük büyük iddialarda bulunabilir? Hüznü, öfkeyi, umarsızlığı kaç tekrar yazabilir? Ben genç olduğumu hatırlamak istiyorum, kendi tercihlerimi istiyorum, ayaklarım üzerinde durmak, yeni insanlarla tanışmak, dışarıda olmak istiyorum.

Düşünerek zaten çok vakit geçiriyorum; düşünmemek istiyorum.

Kalıpları kırmaktan, olağanın dışına çıkmaktan bu kadar çok söz edince, konu da meta bir hal alıyor. Gündelik hayattan çıkıp felsefi, hatta belki ruhani bir hal alıyor. Çünkü oradan dışarı, buradan öte, şuranın ilerisi derken geriye arkada bırakacak beden kalıyor, akıl kalıyor, dünya kalıyor. O kadar da ileri gitmeyeceğime göre, kelimeler anlamını yitiriyor, bütün bu söylenmelerim boş laf, kuru gürültü halini alıyor. Eyleme geçmeyince, sözler havada buharlaşıyor. Teori tartışıyorum kendi kendime sadece.

Kendim için yaptığım bu işin bile bir iş halini alması aslında anlatmaya çalıştığım durumun örneği. Lafı eveleyip geveleyip duruyorum, çünkü şunu o kadar uzun zamandır dillendiriyorum ki, o kadar farklı farklı biçimlerde anlattım ki tekrar sözünü etmekten bile tiksinir oldum; memnuniyetsizim ben. Sokaktaki adamdan da memnuniyetsizim, dairedekinden de. Uçak bileti fiyatlarından da memnuniyetsizim, lahmacun fiyatlarından da. Siyasetinden, sosyoekonomisinden, eğitiminden; bir tur daha atmayacağım bu konularda ama gözümle gördüklerimden, kulağımla duyduklarımdan memnuniyetsizim. 

Dolayısıyla, bende ne var ki size ne anlatayım? Anlatacak bir şey de yok, okunacak da. Yeryüzü bitmek bilmez, engin bir palavra halini aldı. Emeği geçenler zil takıp oynasın. 

Benim bütün istediğim güne sakince başlayıp, gündüzlerimi meşgul, akşamlarımı keyifli geçirmek, sonra da rahat bir kafayla yatmaktı. Ama bu istekten geriye toz bile kalmadı.

23 Mayıs 2021 Pazar

Motorları Maviliklere Süreceğiz

Bu memleket öyle bir memleketki, sen sanatçı olmak istersin, bir eser çıkarmak istersin, annen seni bir bahar temizliğine çağırır; hevesin götünden kaçar.

Yarı şaka yarı ciddi bu iddia bir yana, gençliğini örselemek konusunda olağanüstü başarılı bir vatanın evlatlarıyız. Bu ülkenin sokakları, köy yolları, otobanları kırılan hayaller ve sönen heveslerle doludur. Ülkede kudretin temsilcileri, tavşana kaç tazıya tut demekte ustadır. Kaldı ki güçlü olanın vazifeleri arasında bu da vardır; rakibin gözünü boyayacaksın ki senin kusuruna bakmayı akıl edemesin.

Ne ölen ne yaşayan, gözü görse de eli uzanmayan, kulağı duysa da sesi çıkmayan bir millet halini aldık. İnsan istiyor ki gücümüzle, gençliğimizle, azmimizle, ferasetimizle yürüyelim, büyüyelim, gelişelim; ama gel gör ki muhasır medeniyetlerle aramızda sıradağlar. Elin oğlunu hasım görmek çok kolay, ama dört teker bir motor arabalara surat ekşitip lüks araçlara hürmet eden milletimiz unutuyor ki senin yaptığın ayrımcılığın aynısını yapıyor sana yabancı. Bir kutuptan bir kutuba görmedim ki cebinde bol parası, üstünde şık kılığı, arkasında kudretli dostları olan bir insan evladına başka insanlar kötü davransın. Fakir edebiyatını ciğerimiz solana kadar yapalım; zengin zengini kolluyor, olan fakire oluyor.

Ne kadar geri düştüğümüzden rahatsız oluyorum aslında. Anlatmaya çalıştığım şey bu. Aklı başında olanlarımızdan bile abuk subuk fikirler, eylemler çıkıyor. Bir sorun varsa ortada, en düz mantık çözüm bile tercih edilmiyor, illa saçma sapan bir yöntem tercih ediliyor. Ne gençleşiyoruz günler geçtikçe, ne de dünya sabit duruyor. Her sabah dünya öncekinden de ileriye giderken biz neden akıntının tersine yüzmeye inat ediyoruz?

Ama işte bir sabah olacak bir sabah, acılarımızı süpürmek için açtığımızda kapılarımızı, adı başka, yüzü başka bir vatan çıkagelecek. O vatan yoktan var olmayacak, hepimizin alın terinden doğacak o vatan. O gün güzel bir gün olacak. O vatanı, o küçük çocuğu büyütmek için çok daha fazla emek vermemiz gerekecek ama onu da yapacağız. O gün gelene kadar ama işte skandal insanlardan skandallar, aptalca kararlar, utançlar, sıkıntılar sürüp gidecek. O zaman nereden geliyor bu iddiam? Duyduğum bir sözden geliyor, okuduğum bir sözden.

Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.

17 Nisan 2021 Cumartesi

La Brisa, La Tierra, El Sol, El Mar y La Libertad

 İki sene önce başka bir dünyada yaşıyordum.


O dünyayı özlüyorum. Eski sevgilisini unutamayanlar gibi; sık sık aklımdan o günler, o topraklar, o alışkanlıklar geçiyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda oldukça doğal gibi gözüküyor. Öyle de olmakla beraber, bu durumun fazlasıyla can sıkıcı olduğu gerçeği de değişmiyor. Bugünümden de keyif almak istiyorum. Yapacak bir şeylerim olsun istiyorum. Yapamadığım şeyler yüzünden kendimi suçlu hissetmemek istiyorum. Sanki bir şeyler kaçıyor, ama neyin kaçtığını bilmediğim için nasıl yakalayacağımı da bilmiyorum.


Şehrimi hala hatırlıyorum. Güneş nasıl batardı, insanlar sahilde ne yapardı, kalabalığın uğultusu nasıldı, temiz hava yüzüme nasıl vururdu, kahvenin tadı nasıldı, yürümek ne kadar kolaydı sokaklarda; hepsini hatırlıyorum hala. Hayatımın çok istisnai zamanlarıydı; hakkını vererek yaşadım ama dahasını da istiyorum.


Dramatize ederken fazla da abartmamak lazım; asla geri dönemeyeceğimi düşünmüyorum. Hiçbir şey olmasa bile eskiyi yad etmeye dönebilirim. Ama benzer koşullar çok uzak gözüküyor. 


Bu süreç, bu karanlık zamanlar bizi kalın şeritlerle yontuyor. Bugünler de bitince, eskisinden fazlasıyla farklı bir adam olarak devam edeceğim yoluma. Ama o günlerde olduğum kişiyi korumak istiyorum. Kusurlarımla birlikte iyiydim, güzel bir hayat yaşayan biriydim. O güzel hayat, detay değil öz olan o güzel hayat; ondan uzağım ve çektiğim acının altında o var. Son son seslendirdiğim şikayetlerimin, huysuzluk ve mutsuzluklarımın altında bu var.


Tabii değişim için daha uzun zaman boyunca bekleyeceğiz. O yüzden diş sıkmak lazım; minesini kırmış olsak da çoktan, diş sıkmak lazım.

4 Nisan 2021 Pazar

Öfkem Dinmiyor

büyük bir düş kırıklığıyla yüzleşmek zordur seni mutsuz edecek bir şeyi idrak etmek acıtır o acı öfkeye demlenir ama öfkeyi dışarı dökmek de kolay değildir o yüzden iyi insanlardan bile kötülük çıkar o yüzden sinsilik vardır kavramlar birbiriyle örüntülüdür kıskançlık ahkalsızlığa yol açar ama ne ahlaksızlığın sebebi sadece kıskançlıktır ne de kıskanç biri illa ahlaksızlık yapar benzer bir örnek yaşamanın çoğu alanı kolaylaştı bununla beraber kolaylaşan başka şeyler oldu iletişimin kolaylaşması aptallığı kolaylaştırdı görgüsüzlüğü kolaylaştırdı ve bir olay diğerine diğer olay ötekine sebep verirken ve günümüze doğan bu bebek son derece çirkin ve pisken tepkim tüm dünyayı demir bir yumrukla ezmek istemek oluyor büyük yanlışlar gururla yapılıyor ve dünyadan pasifize olmak tertemiz kılçıksız soyutlanmak da mümkün olmadığına göre insanın buna bir tepki göstermesi gerekiyor aranızdaki temiz yürekli iyi niyetli insanlardan özür diliyorum ama ben çözüm olarak yanlış yapanlara beş beter yanlış yapmayı istiyorum çünkü bıktırdılar öfkemizi seyreltecek yollar da kapalı olduğundan çıkar yol olarak rafine bir öfke kalıyor geriye kaldı ki diğer insanları bilmem ama ben kendime mütevazı bir düzen istiyorum hepi topu yatlarınız katlarınız altın varaklı kapılarınız sizin olsun onlar umurumda değil ben sadece kendi hayatımı geçindirebilmek ve biraz da birikim yapabilmek istiyorum bana bu kadarı yeter ama onu bile alamıyorum bu nasıl bir rezilliktir anlayan beri gelsin gençlerin isyan etmesi yeni bir şey değil zor koşullar yeni bir şey değil dolayısıyla herkes üzerine düşen görevi yapıyor benim üzerime düşen görevse bu aptallık okyanusunda demir atabileceğim bir liman bulmak liman ararken okyanusu yenemem ama bir kaç limanı ablukaya alabilir ateşe verebilirim

3 Nisan 2021 Cumartesi

Yoksulum ve Şikayetçiyim

günümüzde insanların geçmişe hasret duymasının bir sebebi var bugün canımdan çok sevdiğim birine sinirlenirken fark ettiğim bir şey bu türkiyenin çoğunluğu geçmişe özlem duyuyor çünkü geçmişte sade bir vatandaş olmak daha kolaydı geçmişte ülkenin çoğunluğu kendisini uçan kuştan haberdar olmak zorunda hissetmiyordu ya da geçmişte orta direk olmak orta sınıf olmak sefalete mahkum olmak anlamına gelmiyordu yanlış anlaşılmasın eski türkiye cennetti demiyorum ama yeni türkiye eskisinden daha iyi değil onu söylemeye çalışıyorum eski türkiyede ev sahibi olunabiliyordu ya da aile geçindirilebiliyordı şimdi soruyorum size ben nasıl ev sahibi olayım yirmilerinin son çeyreğinde olan bir birey olarak ben nasıl ev sahibi olayım ya da nasıl aile kurayım şu an kendimi besleyemem annemle babamın beni dünyaya getirdikleri yaşta ben nasıl aile geçindireyim tüm samimiyetimle soruyorum bunu işin siyaseti size boydan girsin ananızın amını siktirtmeyin bana çok basit bir şey soruyorum şu an türkiyede otuzunu yeni geçmiş biri çocuğu varsa eğer onun eğitim masraflarını ortalama maaşla karşılayabilir mi ya da çocuğunun yemesine içmesine para yetiştirebilir mi benim cevabım yarrak yetiştirir bu gerçekler ortadayken türk insanının içinde biriken öfkeyi biriken nefreti kim nasıl göz ardı edebilir kim nasıl zaptedebilir bir koca nesli birkaç koca nesli sefalete mahkum ettiniz tek dileğim boğazınıza yapışacak ellerin benim ellerim olması daha da konuşacak olsam iş nesillerce yukarıya küfür etmeye varır o kadarı da çok fazla olur o kadarına gerek yok özetle allah belanızı versin

29 Mart 2021 Pazartesi

Sürünüyorum

sessiz sedasız kururdum gecelerde yorgun ve uykusuz düşünecek fazla bir şeyi olmasa da kontağını kapayamayan sıcaktan ve uyuşukluktan bunalan irice bir beden olur şiltenin üstünde fırıldak gibi dönerim sürünüyorum beceriksiz bilgisiz insanlarla ve umursamayanlarla ve aptalca kararlarla yalnızlıkla dört duvarla huzursuzlukla kötü filmlerle rendeleniyorum kum ve saman dolmuş gibi ağzım yıldım yıldırdılar beni aklım başıma geldi geleli hevesli heyecanlı biri olmadım zaten ki aklımın başını alması kademe kademe oldu demlenmek bilmeyen bir çay gibi ağır ağır olmaya olmaya oldum ki eksiğim çoktur ama fena bir mesafe bırakmadım arkamda birini eleştiri yaparken duyunca ben de eleştirmek istiyorum eleştirmeyi çok seviyorum hep bir şeye olumsuzundan bakayım hep laf sokayım hep kötüleyeyim bayılıyorum yarından şimdiden sıkıldım sabah leş gibi uyanacağım çünkü çünkü demin de dediğim gibi uyuyamıyorum kaldı ki düşünemiyorum da yine dediğim gibi çünkü geceleri fazla düşünecek bir şeyim yok gündüzleri fazla yaşayacak bir şeyimin olmamasından ötürü hayatımda mesaim var uyku saatlerim var kalanları yok olsa bile anlam ifade etmiyorlar o yüzden yorulmuyorum yorulmayınca uyumuyorum yaşamak yerine hayatta kaldığım için düşünmüyorum düşünmeyince uyumamanın da bir anlamı kalmıyor ben ve dört duvar beni rendeleyen dört duvar zaten beyaz peynir gibi adamım o yüzden rendeleniyorum ve sıkıldım artık bundan eleştirmemek istiyorum şikayet etmemek istiyorum hani neredeyse ağlayacağım desem inanır mısınız inanmayın ne inanacaksınız amına koyayım ağlayacak kadar bir şey hissedecek kadar yaşıyor muyuz ki ağlayayım ez cümle bıktım bıktım kafayı koyacağım uyumayacağım sabah olacak uyanamayacağım iş başı yapacağım işte de bir şey olmayacak ve bir bakmışım gece olmuş gece de bir şey yapmayacağım ve kafayı koyacağım ve-

16 Şubat 2021 Salı

Buharlaşma Hissi

Her şey çok boğucu. Her şey çok kaotik. Oysa ben yavaşlamak istiyorum. Yavaaaaaşlamaaaaaaak. Zaten mizacı gereği yavaş bir adamım, doğal halim bu. Sadece istediğim zaman koşmak istiyorum, onun dışında hep yavaaaş.

Kendimle ters düştüğüm, tezatlar yarattığım zaman farklı akorlarla çalınan bir şarkı gibi algılıyorum kendimi. Şarkı aynı şarkı ama kulağa gelişi farklı, durduğu yer farklı, içi aynı dışı farklı. Yine de belirli bir alanın içerisinde kalıyorsun ya en sonunda; o sayede bir tutarlılığı oluyor. Ya da yer değiştirdiğinde geçtiğin yolu görebiliyorsun, hatta başkaları da görebiliyor. Yeterince zaman verirsen, hiçbir şey olağanüstü kalamıyor. Truva'nın yüce duvarları günümüzde hiçbir şey ifade etmezdi, hiçbir amaca hizmet etmezdi. Henry Ford'un üretim modeli bugün standart, yarın bir gün ise bizim bildiğimiz anlamda arabanın kendisi anlamsız bir antika olacak.

Çok geride kaldık. Siyasi bir anlamda söylemiyorum; gerçi o anlamda da geride kaldık. Demek istediğim şey şu, hem ben, hem benim neslim, hem Türkiye, hem dünya; gitmesi gereken temponun gerisinde kaldı. Amaç her zaman bir adım ileri gitmek değil midir? Ben babamdan daha iyi bir hayat süremeyeceksem, bu geride kaldığımızı göstermez mi? Bunun acısı bir yerden çıkacak. Çıktığı zaman, beklenenlerin çok ötesinde çirkinleşecek işler.

Ancak, bu gece bu kadar düşünmenin ve bu kadar iddia etmenin bir faydası yok. İsterseniz toprağı tüm gücünüzle itin, dünyayı döndüren siz olmayacaksınız. Bazılarının bunu anlaması lazım; ne kadar tepede durursanız durun, en tepede duramazsınız, yok öyle bir tepe. 

17 Ocak 2021 Pazar

Kar Yağıyordu ve Yazmak İstedim

Güzel bir an yaşıyorum. Masamın manzarasını izliyorum; özel olmasa da, ilgi çekecek bir yanı olmasa da bana güzel gelen bir açıyla küçük, sıradan bir parkı gören masamın önündeki pencereden kar fırtınasını izliyorum. Manzaranın huzurlu olması güzel, kar yağışının arınmayı çağrıştırması güzel. Gece kendime sarınıp uyuyacağım; o kadar dağılıyor ki dikkatimiz biraz olsun kendimizi dinlemeye teşvik edilmek güzel.


Yazabildiğimi fark ettiğim günlerde, bir şeyler yazmaya başladığım günlerde, masamı yazmıştım; buraya yazdığım ilk yazılardan biridir hatta. Özellikle şu aralar masamın başında yaşadığımı düşünecek olursanız; masa benim için önemli. Böyle belli başlı konular var benim için; yaşadığım her evde sahiplendiğim bir parça mobilya oldu her zaman. Kahve içmek için özellikle tercih ettiğim bir fincanım vardır mesela. Çok sıra dışı bir özellik değil bu, hatta bu özelliğim yüzümden biri benle bağ kurabilir ve bunun sebebi bu sahiplenme güdüsünün yaygın olmasından kaynaklanır. Sonuç itibariyle; masa önemli. Taşınacak olsam, yeni evimde masama özel ilgi gösteririm.


Kar çok romantize edilir ama karın nasıl sorun yaratan bir şey olduğunu, karla yüzleşmek zorunda kalan bilir. Bakmayın, ben de kar romantizmi yaşıyorum şu an, ama aklımın bir köşesinde fırtına içinde araba kullanmak zorunda kaldığım günler bana bakıyor şu an. Evimin sıcağı bana evsizleri düşündürtüyor. Duyarlılığımla ön planda olan bir insan değilim, hatta duyarlılık gösteren biri bile değilim. Dolayısıyla bunun bir yardım çağrısı olduğunu düşünmeyin. Ama dışardaki yağış, birilerine acı çektiriyor; bu gerçeği ne kadar duyarlı olduğunuz değiştiremez.


Bir fikir, bir iddia, bir amaç için yazmıyorum bu gece. Yazmak istedim; bütün gerekçem bundan ibaret. Yazma hissi; güdüm bu kadar.


Böyle geceleri arkadaşlarla geçirmek lazım. Sizinle aynı düşünen, aynı yaklaşan insanlar lazım böyle gecelere. Kar yağışını daha önce paylaştım arkadaşlarımla; ondan biliyorum. Arkadaşlarımı özlüyorum. Dertsizliği özlüyorum. Eğlenmeyi özlüyorum. Belki de bu yüzden yazıyorum bu gece; kendimi eğlendirmek için. Kendimden çekinmeyen bir insanım; bundan sebep yalnız kalmaktan rahatsız olmadım bugüne kadar. Kendi kendime yetebiliyorsam, kendi kendime de eğlenebilmeyim.


Bu geceki müzik tercihim bu yazıya bir kat gölge atıyor, en azından yazdıklarımı aynı anda okuyunca atıyor. Sizin müzik tercihinize göre yazının anlamı değişebilir. Sonuçta şöyle bir söz söylenmiş muhteşem bir kolektif zeka tarafından;