28 Aralık 2019 Cumartesi

Katır Çamura Saplanırsa

bir seri üretim hattının üstünde yaşıyoruz hammaddeyiz biz eziliyoruz dövülüyoruz parçalanıyoruz sonra yeniden yapılandırılıyoruz dikiliyoruz pişiriliyoruz vesaire vesaire hatta doğrarak giriyor ve ölerek çıkıyoruz hattan bizi alenen tüketen bu düzen milyonlarca milyarlarca insanın isteğinin ürünü ama işte bu düzeni kuran düşünceler istekler talepler küçük küçük parçaların birleşmesi büyümesi ve gelişmesiyle bugüne geldi dolayısıyla sol görüşün en hayalperest şımarık ve kendini beğenmiş kesminin iddia ettiği gibi yeterince kalabalık olursak öyle her şeyi başaramayız açın tarih okuyun biraz tarih bilin neyse bugün kissinger ve marxın günah çocuğunu yazmak gibi bir niyetim yok ki allah muhafaza zaten tövbe tövbe hayali bile korkunç demek istediğim evimde hasta bitkin ve bıkkın oturuyorum ve neden hasta bitkin ve bıkkın olduğumu sorgulayınca ortaya ilk cümlem çıktı neyse ki şu an çok da sefil bir halde değilim kendi yolumda bir katır gibi ilerliyorum ama hızlı ama yavaş fark etmez yolum üzerinde sessiz ve sabit olarak ilerliyorum öyle bir noktaya geldim ki ne ile başlayan çok az sorum kaldı artık nasıl ile başlayan sorularım çok daha fazla bu değişiklik yeni bir uyum mekanizması gerektiriyor onu da inşa etmek zaman alacak ve artık zamanım daha az kendim için dolayısıyla az zamanda çok iş başarmam lazım ki hayatımı nasıl idame ettiğimi düşünecek olursam yapabileceğim tek şey bu gibi gözüküyor konuyu çok dağıttım bir bakıma amaç da buydu zaten bir silkelenmek kafayı bir dağıtmak adeta kaşınan bir yeri kaşımak gibi bunu yapıp rahatladığıma göre daha fazla uzatmasam da olur bu sefer laf kalabalığı yapmış oldum sadece ama mazur görün kanuni bile her gün muhteşem olamamıştır eminim

3 Kasım 2019 Pazar

Dairelerden Yıldım

kafa karışıklığı insanın zihni için bir pranga şu an o kadar zor geliyor ki bir cümleyi tamamlamak çünkü elimi attığım her fikir toz halini alıyor ve karar veremiyorum bu kararsızlık daha çok cumartesi gece on bir buçukta tek başıma otururken yaşadığım türden bir kararsızlık yanlış anlaşılmasın hayatımda çoğu şey oldukça doğrudan ilerliyor artık sorguladığım çok az şey kaldı kesin cevap veremediğim sorularım daha çok içerimde yaşadıklarımla alakalı ki bildiğim kadarıyla kendine dair yüzde yüz eminliğe ulaşmamak insan olmanın bir parçası şu sıralar hafta içlerim derin bir çamurun içinde ağır ağır yürüyerek hafta sonları da bir tepeden aşağı düşerek geçiyor yine yanlış anlaşılmasın bu bir mutsuzluk ya da tatminsizlik belirtisi değil sadece hayatımın çok sıkça tercih ettiğim daha boğuk ve gri bir bakış açısından tasviri bu bakış açısı yanlış bir şey de değil benim hakkımda yanlış bir şey yok sadece böyle bir kimliğim var yirmi beş yıldır böyle devam ettiğime göre buradan sonrası da böyle devam edecek sadece arkamda bırakmak istediğim bazı şeyler var ve onları henüz bırakamadım bu kontrolleri genelde yalnız başıma kaldığımda yapıyorum ve yalnız başıma kaldığımda genelde kendime karşı nazik olmuyorum şunları yazarken bile bir kere hareket etsem de iki kere düşünüyorum bu kadar şüphe bu kadar irdeleme hız kesiyor verim düşürüyor başlamayı zorlaştırıyor bir insan ne zaman elinde iyi bir şey olduğunu anlar bir insan ne zaman kendini ikna eder işin kötüsü bu sorulara başka bağlamlarda cevaplarım var ama kimi bağlamlarda cevabım yok işte ben o cevapları istiyorum insan elinde olmayanı ister en nihayetinde başka bir deyişle çizdiğim dairelerden dışarı çıkmak istiyorum dönün bakın on beşimde mi on altımda mı ne başladım buraya ve kaç metin üst üste biniyor aynı konular kaç kere yer buluyor kendine ben bunların dışına çıkmak istiyorum işte ki yine yine yine yanlış anlaşılmasın ben burada deneysel işlere de imza attım yazdıklarımın dışında hayatımda da büyük değişiklikler yaşadım bir buçuk sene ispanyada yaşadım ulan daha ne yapayım ama işte bunların kaçı yansıyor istediğim yerlere ben artık yazmak istiyorum ya yeter söylüyorum işte ben artık başı ortası sonu olan yayınlanabilecek bir şey yazmak istiyorum kabul edilmezse ne ala şimdilik en azından ama yayınlanmaya hazır olacak bir şeyler yazmış olmak istiyorum o kabız laflar şu keşmekeşin başındaki buradan geliyor cevap aradığım soru bu işte elbette bu sorunun önu var arkası var nedeni sonucu vesairesi var ama oraları da çözmeye kalkarsam şimdi şu yazıyı şu yazının kaynağını tüketirim kendimi biliyorum ben belki de bu yüzden şu aralar yürümeyi çok istiyor ve seviyorum çünkü yürümek kafayı boşaltıyor bir ritme girmemi ve içeriyi temizlememi sağlıyor düşünüyorum da ispanyada da bol bol yürüyordum oradan başlayan bir alışkanlık olabilir neyse ispanyadan da bu kadar söz ettim çünkü orasının beni ne kadar değiştirdiğini yeni yeni görmeye başlıyorum ama işte bu bir geçiş süreci oradan daha sessiz biri olarak döndüm ama hala gürültü yapıyorum bu bir geçiş süreci deminki bir örnekti hepi topu ve öte yandan da uyuyasım var bunalım uykusu değil sadece erken uykum geliyor artık eskiden kolay uyuyamazdım çünkü yorulmazdım artık yoruluyorum ve inanın bana yorulmayı seviyorum gecenin abuk subuk saatlerinde dinç olmaktan daha iyi kendimi yorarken dünya daha mantıklı geliyor sesler daha hafif geliyor o yüzden seviyorum kendimi yormayı efor harcarken kendimi iyi hissediyorum iş olsun spor olsun fark etmez kendimi yormayı seviyorum fakat işte bu zamanı bulmuşken de uyumak istemiyorum en azından içim soğuyana kadar yazayım da öyle uyuyayım bakın ben aklımdakileri kısaca anlatamıyorum beni tanımayıp bunları okuyanlar için bu itiraf bir şey ifade etmeyecek ama beni tanıyanlar hak verecek ki bunun üstünde çalışıyorum kendime ben insanlara kendimi açıklamak zorunda değilim dediğim andan beri bunun üstüne çalışıyorum ama yolun çok başındayım o yüzden yazmak benim için önemli tek sebebi bu değil ama en azından yazınca insanlara bölünmeden derdimi anlatabiliyorum bu da benim başa çıkma mekanizmam canımı yakan çoğu şey benim kendi eserim çünkü benle süreyi de uzun tutalım bir ay geçirseniz göreceksiniz ki oldukça sıradan ve sade bir hayat yaşıyorum büyük dramlar yok muazzam heyecanlar yok abartılar yok iyi bir hayat bu kadar iyi bir hayat ki aslında sahip olabileceğim en kıymetli şeylerden biri bu iyi bir hayat bunun için mutlu ve minnettarım bir kez daha yanlış anlaşılmasın bunu sadece kendi derdimi kendim yarattığımın altını çizmek için söylüyorum o yüzden şüphe ve kaygılarım beni yalnızlığımda buluyor hayatımın bir başka kısmı daire çiziyor ve ben bıktım dairelerden bıktım sıkıldım usandım yıldım bakalım önümüzdeki günler içinde bulunduğum daireden dışarı çıkartacak mı beni çünkü hayatımda yenilikler oldu ve büyük yenilikler bunlar her neyse yeni bir gün yeni bir güzergah ihtimali ben gözlerimi kapayacak ve gün doğumunu bekleyeceğim size de aynısını tavsiye ederim 

27 Ekim 2019 Pazar

Bir Şeyi İyi Yapmak Zorunda Değilim

Bugünkü sorunum şu. Çok uzun zamandır varamadığım bir hedefim var. Hedefime varamıyorum çünkü oraya yürümek çok uzun soluklu bir berraklık istiyor. Ve bakın, bu spor yapmaya gitme disiplini gibi bir disiplin istemiyor; öyle olsaydı şimdiye başarılı olurdum. Çünkü spora gitme disiplinim var. Bu başka bir şey. Çizgiyi doğru tutturmak, uzaklaşsam bile doğru noktaya geri dönmek zorundayım. Bu işin geçmişini unutmamak, kaybetmemek zorundayım. Her şeyi zorlaştıran da bu zaten.

Havaların soğuk, puslu ve nemli olduğu gündüzler bu dünyada yaşadığımız ve onu son zerresine kadar tüketmediğimiz sürece var olmaya devam edecek. Böyle gündüzlerde nerede olduğunuz önemli. Eğer Sapanca Gölü kıyılarında bir kahvaltıcıdaysanız böyle havalar daha sinematik, romantik ve hede-hödötik olacaktır. Salonun ortasında yanan soba, demli çay, yünlü kazak vesaire derken acıdan çok tatlı bir his yayılacaktır bünyenize. Ancak aynı havayı İstanbul Pınar Mahallesi'nde minibüs beklerken tecrübe ederseniz böyle havalar Allah'ın belası olacaktır.

Bazen yeryüzünde sanat başlığı altında üretilen ne kadar kitap, müzik, film vesaire varsa hiçbiriyle bağ kuramıyormuşum gibi geliyor. Sanki hiçbiriyle ortak bir şey paylaşmıyorum. Böyle anlar beni üretmeye itiyor.

Yazarken kelimelerimin birbirini tutmadığı oluyor. Sanki kafamda sarı bir bere, üstümde kahverengi bir kazak, altımda turuncu bir eşofman altı ve ayağımda gri bir çift ayakkabı giyiyorum böyle anlarda. Neresinden tutsan elinde kalıyor.

Kimseye bir şeyi haklı çıkarmak zorunda değilim. Kimseye nedenlerimi açıklamak zorunda değilim. Fikirlerimi beyan ederken dili doğru kullanmak zorunda değilim. Birilerine hesap vermek zorunda değilim.

Bugün güzel bir yürüyüşe gideceğim. Yanıma yazacak bir defter ve kalem de alacağım çünkü bugün aklım duracağa benzemiyor.

Bütün bunları demişken, sanırım artık neyi anlatmak istediğimi biliyorum.

13 Ekim 2019 Pazar

Olanlar Olmayanlar

Bazı alışkanlıkları kaybetmemek lazım. Bazı fikirleri unutmamak lazım. Bazı sesleri kaydetmek, bazı tepkileri esirgememek, bazı inatları sürdürmek lazım. Çünkü bazı ışıklar hiç solmamalı fakat o iradeyi ortaya koymazsak soluyorlar. Bazı yollar hiç kapanmamalı ama o yollarda yürümezsek kapanıyorlar.

Neden ısrar ediyorum? Çünkü çeyrek asırda bıraktıklarım, terk ettiklerim, yaktıklarım bana geri dönüyor. Eğer yeri hafızana kazılıysa herhangi bir şeyi ne kadar derine gömdüğün, ondan ne kadar kaçtığın, yüzünü o yöne ne kadar dönmediğin fark etmiyor. Yanlış anlamayın; ben geri dönmüyorum. Onlar bana geri dönüyor. İyileri ve kötüleri. Bana dönük bir gülümseme hatırlıyorum mesela, hayatımda yaşadığım en soğuk günü hatırlıyorum, gözyaşlarımı, utançlarımı hatırlıyorum. Güzel bir sabahı hatırlıyorum, kartpostal gibi bir manzarayı, bir havuz kenarında saçma sapan eğlendiğimi hatırlıyorum. Benle dalga geçen şişman bir adam, onu unutmuyorum ya da keyfini kaçırdığım sarışını.

Ama işte bazı şeyler var ki onlar yok oluyor. Bacaklarının dirayeti mesela, güzel bir fikir ya da özel bir şey yaptığını hissetmek, bunlar kayboluyorlar. Gecenin dördünde konuştuğum kardeşim, bir başkasının dalga geçmeye müsait takıntıları veya üçüncü bir kardeşimin zahmetsiz esprileri, gidiyorlar, tıpkı benim de bir zamanlar gittiğim gibi. Belki de gittiğim yerden dönmeyecektim ve başkaları için tutulmazsa kaybolanlardan biri olacaktım.

Fakat unutmayın, bir şeyin gitmesi geri dönmeyecek demek değil. Bir şeyin uzaklaşıyor olması tekrar yakınlaşamaz demek değil. Bu küçük aydınlanma anımda yaptığım şey keşif değil, farkına varma, o yüzden şüpheyle yaklaşmayın sözlerime, tecrübeme güvenin.

Yapılması gereken şu; bir duvarın karşısına geçin. Gözünüzün önüne getirin nelere hakim olmak istiyorsanız. Onlar sizin emek harcayacaklarınız. Siz onlara gideceksiniz. Geri kalanı kopacaklarınız. Onlar size gelebilirler, siz ne yapmak istiyorsanız onu yapacaksınız.

sanki hayat bizim başımıza gelen bir şeymiş gibi davranıyoruz etken olmaya korkuyoruz nedense çok şikayet ediyor ve az eyleme geçiyoruz ben de bu günahın suçlusuyum bakmayın asıp kestiğime fakat vatan toprağına bastım basalı bu engeli yıkmaya çalışıyorum henüz bir kaç derin çizik atabildim ama bir gün gelecek yıkılacak o engel ve o zaman çığ gibi çağlayan gibi dörtnala koşan atlar gibi geçeceğim öteki tarafa işte o zaman özlediğim kimi şeyler bir kol mesafemde olacak en azından inanıyorum buna bir altı ayda kazandıklarım ve kaybettiklerim bambaşka bir insan olmaya götürüyordu beni daha kötü bir insan değil ama başka bir insan işte ancak orası geçmiş artık o ali geçmiş artık ve şimdi baktığımda doğuya doğu çünkü güneş doğudan doğar diyorum ki iyi olacak kolay olmayacak ama iyi olacak bu olumlu hava ne yönden esiyor bilmiyorum ama bir süredir bu var her neyse damarda kan ciğerde nefes oldukça hep bir yarın var bazen istiyorsun bazen istemiyorsun ama o yarın hep geliyor bugün oluyor o yüzden yarın kapını çaldığında aç o kapıyı ve sen yakala yarını o seni yakalamasın

28 Eylül 2019 Cumartesi

Kehanetlerim Var

öğle vakti masmavi oldum maviye battım havadan azotu ayırdım oksijeni aldım yegane güneş sağ kaşımdan kavis yaparak gözümü doldurarak geçiyor ve küçük toz taneleri gözlerimi yaşartıyor biraz sanki ismi verilmemiş bir duygu var havada kanda ve ette ve kehanetlerim var çocuğumun yirmi beşi benim yirmi beşimden daha iyi olacak fakat belki de dünyanın ölümüne şahit olacak bu ülke aydınlığa ulaşacak elbet bir gün ve aydınlığa ilk adımımızın ardından dört nala gideceğiz oraya çünkü buna mecbur olacağız bu yeni asırda çok kaybettiğimiz var arkadaşlarım hepsi mutlu olacak fakat o gün zannettiklerinden biraz daha uzak ben istediğim yere yaklaşıyorum ki kehanetlerime bir ara veriyorum bunu söylerken bir katır gibi ağır adımlarla istediğim yere yaklaşıyorum gökyüzüme baksa kahinler ufak bir tebessümleri olurdu ve şimdi kayboldu görülerim şu an gerçeklik ve mercimek çorba var şu an penceremden içeri giren az gölge var belki ağaçların arasından geçmek belki bir duş belki bugün böyle güzel devam eder ki neden bilmem bugün uyanırken içimde bulduğum şu tatlı hüzün günün tek hüznü olacak umutla kayıtsızlığın yavaşça dansı içimde olan biten birbirini seven birbirinin yüzünü okşayan birbirinin huzuru olan iki sevgili gibi dans ediyorlar gün ortasında şafak söküyor sanki bugün yeni bir gün doğuyor sanki saatte yüzlerce kilometreyle araba sürüyordum ve bastım frene ne canım yanıyor ne başım ağrıyor biri burayı görsün ve desin bana içinden geçeni desin zira bir gün gelecek ve evet bu bir kehanet biri içinden geçeni diyecek bir gün ve onu dinleyen başka biri çıkacak ve bu halk yaralarını böyle sarmaya başlayacak aptal kutusunda azalacak şiddet öfke ve nefret zira nefrete dair hikayeler azalacak çünkü özlüyoruz gülmeyi rahat etmeyi ben böyle hissediyorum yarına kadar böyle hissedeceğimi biliyorum ve yarın da böyle hissetmek istiyorum yarın ne hissettiğimi kimseye anlatmam ama beni görürsünüz belki kahinlere verdiğim o ufak tebessümle yüzümde beni gördüğünüzde o içinden geçeni söyleyen insan siz olun belki ben dinlemem ama o an biri dinler bugün buna inanıyorum

3 Temmuz 2019 Çarşamba

Özgürlük?

Vay be. Ne kadar okunduğuma baktım da, neredeyse kimse okumuyor yazdıklarımı. Kimse siklemiyor lan burayı. Bir bakıma iyi bir şey. Bir bakıma da kötü. Aklımı herkesin ulaşabileceği bir yere açıyorum, bu salakça. Ama kimse dönüp bakmıyor, bakmayınca da salaklığım haklı çıkıyor.

Beni bilen bilir, kasıtlı olarak kendimden memnuniyetsiz olurum. Şu anda da yaptıklarımı küçümseyip, yapmadıklarımı gözümde büyütmekle meşgulüm. Ama bu durumun çok da bilincindeyim; ne kendimi çok hırpalıyorum ne de kendimi çok rahat, çok serbest bırakıyorum. Kendime yüklendiğim bu alan dışında bir eksiğim, bir sorunum yok. Hikayemin şimdiki bölümünü nasıl kapatacağımı biliyorum, bir sonraki bölüm (artık her ne olacaksa) için neler yapacağımı biliyorum. Şu anım içinde ölçülüyüm.

Soruya geliyoruz şimdi de. Ben özgür müyüm şu an? Kendimden özgür müyüm? Çevremden özgür müyüm? Geleceğimden, eh, geleceğimden özgür değilim. Peki ülkemden, dünyadan özgür müyüm? Hiç de fena sorular değil.

Cevabı da çoğu sorunun cevabıyla aynı. Kısmen. Her şeyden özgür olmasam da, bazı şeylerden geçici olarak özgür olsam da, özgürüm belli bir derecede. Zaten hayatın çoğunluğu kısmi değil mi? Hayatın çoğunluğu vasat değil mi?

Çok daha ciddi bir biçimde yazmak istiyorum. Uzun yazmak, detaylı yazmak istiyorum. Fikir çok, zaman yok. Daha doğrusu zaman ayırmak yok. Benim bok yemem.

Dur lan, koptum. Bu geceyi de piç ettim. Asıl çizgiyi düz tutmiyim de, bir geceyi piç etsem olur. Koptum çünkü benzinim bitti. Bir anlık bir heves vurdu yazmak için ve söndü. Olur öyle.

Araya bir kaç referans da attım eski işlerime, eski sözlerime. Sanki sikleyen varmış gibi bunu da yazdım ya, neyse. Çok egoist bir andı. Egoma sokayım.

Bu seferlik bu kadar. Kendinize nasıl bakarsanız bakın, onu da mı ben söyleyeceğim amına koyyim.

21 Mayıs 2019 Salı

Çok Ama Az, Hem Az Hem Çok

Geceleri bakarsam eğer aynaya
Yarısını yüzümün çökmüş görüyorum
Yarısını paramparça savaş yaralarından
Bir gözümde olgunluk yatıyor yaşlılığın büyüttüğü
Öteki gözümde öfkenin doğurduğu bir açlık
Dilimin bir yanından yumuşak çıkıyor sesim
Öte yanı avaz avaza
Bazı dişlerim körelmiş
Diğerleri kılıçlardan keskin
Bir omzum çökük harabe bir tapınak gibi
Öbürüyse gergin firkateyn tutan tonoz gibi
Hafif basar bir adımım
Yeri döver ötekisi
Kalbimin yarısında süt liman deniz
Yarısında ise asırlık fırtına döver dünyasını

----

Serçe parmağının değdiği yer nabzımın senin olduğu yer
Yüzük parmağın senden başkasının sesi kalmasın diye orada
Orta parmağın aklımı fikrimi susturuyor dokunduğu noktadan
İşaret parmağın sade sana bakmamı yönetiyor
Baş parmağının orası senin uğruna nefes aldığımı hatırlatan bölge

----

Bizi ölmekten hiçbir şey kurtaramayacak fakat
Bu kargaşanın kendisiyle barışabilirsek eğer
Ölümün korkusundan kurtulacağız fazla bir şey yapmadan

----

Bağıra çağıra atamayacaksan kederini
Manası yok en elemli şarkıların
Koldan değil de yürekten saramayacaksan
Değeri yok en muhteşem sevdaların
Sevinemeyeceksen en küçüğüne
Faydası yok en büyük mutlulukların
Alamıyorsan bir tebrik bile
Lüzumu yok en zorlu başarıların

----

Yarın sabahımı biliyorum
Öğlenim hakkında fikir sahibiyim
Haftamı tahmin edebiliyorum
Ayımı kestirebiliyorum
Fakat mevsimimi işte
Mevsimimi hiç bilmiyorum
Hele yılım hakkında hiç fikrim yok
Sonraki yılı zaten sorma
Ki daha bunun on yılları
Bir ömrü var

Ancak cahillerin yapabileceği bir biçimde
Bir bok sanıyoruz kendimizi

----

Belki kaderin biraz olsun iyi niyeti olsaydı
Sana güzel bir gün hediye etmeme izin verirdi
Sonra çekip giderdin yine istesen
Ama en azından ben
Denizi görmeden ölmüş bir balık olmazdım 

8 Nisan 2019 Pazartesi

Söylenmek ve Ertesi Sabahı

Tam olarak kimiz biz? Biz, yani bir asrın kıçıyla diğer asrın başı arasında hayatın davetine icabet edenler; bizi nasıl anlatabiliriz biz? Biz dejenere kumarbazlar mıyız, açgözlü ve kudurmuş köpekler? İnsanlık denen o koca yükü sırtlanarak bir adım bile olsa onu ileriye taşıyabilecek topluluk muyuz yoksa kibrimizde boğulan alelade yığınlar mı? Yoksa akli melekelerini hızla kaybeden bir dünyada mantığı canlı tutan özverili bahçıvanlar mıyız? Biraz hepsi, biraz hiçbiri gibi geliyor bana zira uzayın içindeki bu küçücük noktada hayatlarımıza ütü yapmak gibi boktan işlerle sevdiğin karşı cinse ilan-ı aşk etmek gibi en azından kendi içinde olağanüstü işleri aynı gün içinde yapmaya kadirsek eğer, tek bir boyut bir siki anlatmaya yetmez.

Gözü görmeyen, kulağı duymayan, kafası basmayan dangalakların bile anlayabildiği şu gerçeği es geçmeyi başarabilecek kadar malsanız tekrar edeyim; zor zamanlardan geçiyoruz. Açız, yorgunuz, belirsiziz, kavga halindeyiz ve kazanmaya çok ihtiyaç duyduğumuz çok şey var ki bu şeyler öyle lüks falan da değil. Dışarıdan bakınca puşt puşt tipler olarak gözüküyorsak eğer sebeplerimiz var. Ki bakın ben çağdaşlarımın sözcüsü falan da değilim, ki bu da bilmediğiniz bir şey değil zaten.

Ben kendimi motive etmek için söylenmeyi kullanırım yeri geldikçe. Şikayet etmek, mızıkdanmak veya eleştirmekten farklı olarak söylenmek eylemin kendisine duyulan, aslında içi çok da dolu olmayan bir öfkeyi dışa vurmaktır, ki önceki üç farklı eylemin de üç farklı açıklaması vardır. Bu yazdıklarım tam olarak bu, söylenmek. Çünkü hedefleriniz, hayalleriniz, başarılarınız veya başarısızlıklarınız, umutlarınız, korkularınız bazen sizi motive etmeye yetmez. Bazen sabaha yataktan kalkmak için daha çabuk bir şeye ihtiyaç duyarsınız. Söylenmek benim kısa vadeli çözümüm.

Benim duygu durum kaynağım çok çeşitlidir. Mesela gamsızlığı beceremeyen bir kardeşim var ya da uzun süre olumsuz kalamayan bir dostum da var. Fakat ben çoğu duygu durumuna girip çıkabiliyorum. Çok mu faydalı peki? Vallahi faydalı ya, yalan söylemeyeceğim. Bunu söylüyorum çünkü son aylarda bu çeşitliliği geliştiriyorum. İnsanın olgunlaşmada sınırları varsa bile ben oradan baya uzağım, yakın zamanda kat ettiğim mesafeden biliyorum.

Geri gelelim; hayatımın yakın tarihi olan şu yaşadığım süreç öfkemi törpülüyor. Daha doğrusu öfkeli olma kabiliyetimi törpülüyor. Ama yine de bazı an geliyor, öfke tıslamak, tükürmek, dilini titretmek istiyor. Böyle zamanlarda ben ne yapıyorum? Söyleniyorum.

Koduğumumun madalyonun iki yüzü hikayesi, onu diyorum. Edirne'den batıya geçmek her derdin çözümü değil, onu diyorum. Bazıları burayı cennetin yedinci katına eş tutuyor fakat dünya aynı dünya, yerin önemi yok, onu diyorum. Ama işte burada aydınlık yüzü o sikik madalyonun gerçekten aydınlık, benim yerimin karanlık ve iyice karanlık madalyonunun aksine. Sadece karanlık yüze, aydınlık tarafı güzel diye tepkisiz kalmıyorsunuz veya o yüzü göz ardı etmiyorsunuz, onu diyorum.

Bu arada buradan mutlu olmakla ilgili bir anlam aramayın, salak olmayın, mutlu olmak kolay da değil ucuz da. O öyle olsun bu böyle olsun diyerek mutlu olunmuyor. Mesele burada söylenmeyecek kıvamı korumak, o seviyede olmak. Her halükarda ben diyeceklerimi dedim. Yarın sabah kalkabileceğim. Sonrasını artık göreceğim. Siz de öyle yapın; önce sabahı görün, ilerisini sonra düşünün.

23 Şubat 2019 Cumartesi

Yeşilçam Filmlerinin Beklenmedik Etkisi

Yeşilçam filmlerinde ortak görülen bir durum vardır; film akarken sahneler çat diye kesilir, bir sonraki sahneye geçilir. Mantıkla yaklaştığınız zaman bu ani ve keskin geçişlerin sebebinin o dönemin teknik yetersizlikleri olduğunu kolayca kavrarsınız. Fakat bu geçişler dramatik, acıklı, kederli sahnelerle birleştiğinde Yeşilçam filmlerine öngörülmemiş bir etki katar. O kederli sahneler çat diye kesildiği zaman insan tam çenesine sert bir yumruk yemiş gibi olur; ilk başta acıyı hissetmez ama sonra yavaşça yayılır. O acı anında hissedilen acıdan daha ağır bir acıdır. Dolayısıyla istemsiz de olsa Yeşilçam filmleri vermek istediği hissi diğer filmlere nazaran daha derinden aktarır, daha kuvvetli geçirir.

22 Ocak 2019 Salı

Kişinin Kendi Dersi

Yalnızken düşünmek kolaylaşıyor. Yalnızken kendini tanımak kolaylaşıyor. Son günlerde kendimi yeniden ve yeniden, tekrar ve tekrar öğreniyorum. Gelişmelerimi takip ediyorum. Yalnızlıktan korkmayı öğreniyorum mesela; fiziksel yalnızlıktan söz etmiyorum, başka bir tür bu. Amaçsızlığın bir kolu olarak yalnızlık, hayata karşı bir yalnızlık. Hepimizin ortak tanıdığı biri gibi düşünün hayatı bir süreliğine; bize verdiği yükümlülükleriyle, ödülleriyle, engelleriyle, süprizleriyle, rutinleriyle, müdahale etmeyen ama etrafımızı döndüren elleri ve doğrudan sana bakmasa da hepimizi hep takip eden gözleriyle bir insan olarak görün hayatı. Temasını hissetmediğinizi, gözlerinin kapalı olduğunu, olmadığı yerdeki ıssızlığı, sessizliği ve hareketsizliği canlandırmayı deneyin. İnsanı buhrana ve dehşete sürükleyen bir durum bu yalnızlık.

Boşa kürek çekmenin nasıl bir his olduğunu öğreniyorum. Aslında boşa kürek çekmek diye bir şey hem var hem yok. Mecaz bile olsa, kürek çektikçe hareket edersin. Gerçek boşa kürek çekmek istemediğin bir noktaya sürüklenirken beceremeyeceğini bilsen de akıntının tersine kürek çekmek, yönünü değiştirmeye çalışmaktır. Hareketsizlikten bir noktaya kaçmak için kürek çekiyorsan o boşa kürek çekmek değildir, çünkü er ya da geç bir yere varırsın. Bunu geçtiğimiz günlerde öğrendim. Sahte boşa kürek çekmenin ne kadar zor, ne kadar tüketici olduğunu, ne kadar kötü hissettirdiğini geçtiğimiz günlerde öğrendim.

Huzura dair bir şey öğrendim. Huzur kalıcı olamaz. Bu kadarını biliyordum ama huzur kendi ellerimizle sürdürebileceğimiz bir şey de değil. Bunu yeni öğrendim. Ben oldukça güçlü bir şekilde varoluşçuluğa inanırım; hayat biz onunla ne yaparsak odur. Kaderimiz çizilmemiştir çünkü zaman devasa bir tsunami gibi sürekli ilerler ve bir dalganın üstünde seçimlerimizle damladan damlaya atlarız. Fakat huzur çok hassas bir varlık, sizin muhafaza etmeniz yetmez, dışarıdan da onu kıracak, parçalayacak bir etkinin gelmemesi gerekir. Dolayısıyla huzur bizim etkimize bağlı değildir ve biz ne yaparsak yapalım yok olabilir.

Güneşe dair bir Yunan efsanesi vardır. Güneş tanrısı Helios'un oğlu babasının güneş arabasını kullanmak için dizginlenemez bir tutku besler. Fakat babası ona izin vermez. Bir gün Helios'un oğlu babasından erken davranarak güneş arabasına biner ve sürmeye başlar. Fakat güneş arabasının ve atlarının kuvvetini dizginleyemez. Güneş kontrolsüz bir biçimde hareket eder, Dünya'yı değiştirir ve bir şekilde Helios'un oğlu geceyi getirir. Kutupların soğuğunun, Ekvator'un sıcağının ve Afrikalıların koyu teninin sebebinin Helios'un oğlu olduğu rivayet edilir bu efsaneye göre. Bu efsanenin demek istediğimle bağlantısı şurada; hayata tek başınıza atılma zamanımız geldiğinde, ezici çoğunluğumuz güneş arabasını sürmek zorundayız. İlerleyeceğimiz yolun aracı bu ve yolumuz engebeli. Hazır olun ya da olmayın; hükmetmesini bilmediğiniz bir araçla, nasıl gidilmesi gerektiğini bilmediğiniz bir yolda ilerleyeceğiz. Son zamanlardan bunu öğrendim.

Yine de korkacak ya da endişelenecek bir şey yok. Yapmamız gereken şey zor, fakat basit. Adım atmayı kesmedikçe kaybetmeyeceğiz. Biz durmazsak etrafımıza kimse mahpus öremez. Yalnızlığı, boşa kürek çekmeyi, huzursuzluğu ve zor yoldan ilerlemeye mahkum olduğumuzu öğrenirken bunu da öğrendim, mücadeleyi, azmi, umudu, inancı ve cesareti de öğrendim. Güneş arabasına hakim olamayıp karanlığa düşmek mümkündür fakat kullanmayı öğrendiğinizde elinizde tuttuğunuz şey güneş olur.

21 Ocak 2019 Pazartesi

Daha Da Çok Sayıda

Sevdanın ruhu, naçizane,
İki kişinin bir şeye
Beraber siyah ya da beyaz
Demesi değil de
Birine siyah birine beyazsa
Onu öyle kabul edebilmek

----

Taşlarını gün ışığının boyadığı
Elle çizilmiş şehir
Seni daha terk etmeden
Özlemeye başlıyorum

----

Toz tutmayan, solmayan bir resim var
Elimde değil ama bana ait bir yerlerde
Elma büyüklüğündeki yanakların arasında
Doğal bir gülümseme
Ve o gülümsemenin üstünde
Işık taşıyan gözler var
O canlı yüzü taşıyan fotoğraf da
Belki bundandır hep canlı, hep parlak

----

Çeyrek asra resmi imzamı atmama az kala
Öyle omuz üstü de değil
Dönüp de yüz yüze bakınca
Tükenen güneş ve ay döngülerine
Her ne kadar kötü eğitilmemiş olsam da
Akrep ve yelkovanın hareketinin
Bana verecek daha çok dersi var
Zira hepimizin kaderinde
En olgun anımızın
Dalımızdan düştüğümüz an olması var

----

Parmaklarının temasını anlatabilmeyi isterdim
Meşgul anlarında mırıldandığın şarkıları da
Çakırkeyif kendinden çıkan saçmalıkları da
Ve hatta insanı usandıran yanlarını da
Lakin bazı hikayeler
İki seven olmadan olmuyor

----

Buhran bir canlı
Kalbin üstünde bir sarmaşık
Dünyayı soluk görüyor
Eli ayağı tutmuyor
Bu yüzden birine tutunmadan
Bedeni can bulmuyor

Buhran bir kavgacı
İlle biri olacak bağırıp
Çağırıp karşısına
Çamur bulaştıracağı

Buhran bir soğukkanlı
Sıcaktan korkuyor kaçıyor
Islak ve yapışkan
Gün görmeyen yerlere muhtaç yaşıyor

Buhran bir bencil
İlgiye, meyveye, bakıma aç
Okşandıkça büyüyor
Kökünü sökmeden ölmüyor