27 Kasım 2017 Pazartesi

Yabancı olduğum için tuhaf değil insanlar
Tuhafım bir tutam da yabancı olduğum kadar
Az zamandır bastığım topraklar
Yeni hudutlar
Kabuk değiştirmenin doğası
Bir miktar can yakar

Sakin kafayla otur da bir düşün
Birbirinden çok farklıdır bugün ve dün
Peki ne farklı gelişti bugün ve dün
Aynı sokak aynı kadeh aynı sis
Aynı ev aynı ruh iki gündür döndüğün

Hükmettiğin alemin bir vakittir dalgalı
Bazen şen bazen dingin bazense acıklı
Göğüs germek mecburi kalamazsın kapalı
Değil ya yazgın mutsuzluğa yazılı
Sözlerinde var şüphe ve aklında bir deli
Fakat bu fırtına sana tanıdık olmalı

Kabul et derdin değil yabancılık yalnızlık
Duyduğun dürtü ikiliğe bir açlık
Ruhuna katacağın eser miktarda karanlık
Biraz kavga biraz da açmazlık

Bu şımarık melankoliye tek bir bahanen var
O da nereye uyanacağını bilmediğin sabahlara
Adımların koşar
Zira adresi şafağı sökecek yeni yarınlar
Yeni hudutlar

30 Eylül 2017 Cumartesi

Avustralya'lı Cins Adam

İki omzumun arasından etraflıca med cezir yapan bir paslanma. Parmaklarım harflere dokununca bunu hissediyorum. Parmaklarım harflere dokunurken aldığım her derin nefeste bunu hissediyorum. Benim için bir Buda yok ya da bir Haile Selassie yok çünkü ikisi de benim dilimde yok, benim sokaklarımda yok. Benim için sadece bu büyük, büsbüyük, uzay teleskoplarıyla resimleri çekilmiş galaksiler kadar büyük varlık var. Doğu'nun hangi lisanıyla isimlendirildiği fark etmeksizin, doksan dokuzunu da birbirinden ayrımsız yapan o varlık, benim için olan ve yegane olan o.

Peki buraya kadar nasıl geldim? Sadece bu düşünceye değil, bu yaşa, bu başa, bu çağa, bu boşluğa nasıl geldim? Gecenin köründe yarı uykulu ne kadar direksiyon salladım? Ne kadar uzun süre elimde taşıdığım monttan sıkıldım ve havanın soğumasını gerçekten istedim? En son ne zaman dilimi bir saray veya bir kasırmışcasına süsledim? Hanidir gördüklerimin üzerine sancak tarafından bir huzme ışık düşer oldu?

Her şeyin de gerçekliği sorgulanmaz. Mesela nadiren giydiğin bir kot pantolonun; onu giydiğin an bir şeyin gerçekliğinin en büyük kanıtlarından biridir. Orada kuvvetli bir temas, kuvvetli bir madde olma hali vardır. Bir kot pantolon olmasa da zamanın de çok katı ve madde olduğu yerler vardır. Ya da anlar. Kollarının içindeki kemiklerin farkına varabildiğin anlardır bunlar. Ya da akciğerlerinin içindeki havanın. Omurgasını hissedebilenler varsa onların o hissini paylaşamasam da en azından hissedebilme anına dair tecrübelerini anlıyorum. Gerçeklik denen kolay kaybolabilme ihtimali yüksek bu olguyu ben bu hissetme anlarıyla hizada tutuyorum.

Güzel düşünmek diye bir meziyet var ve güzel düşünen, güzel düşünebilen insanlar var. Bana sıra dışı geliyor. Bu insanların çok canlı ve hacimli bir estetik anlayışı oluyor ya da çok kapsamlı bir vicdanları oluyor ya da yadi yada bir şeyleri oluyor. Bu insanları fark ediyorum, takdir ediyorum, saygı duyuyorum ve bazen kıskanacak gibi oluyorum ama kıskanmıyorum çünkü bu insanlar benliklerinde vasata asla yer vermemekten ve bunu doğal bir şekilde yapmaktan güç alırken ben onların tam tersine cüzi bir miktar vasata ihtiyaç duyuyor ve o vasattan besleniyorum.

Benim aslında aradığım şey soğuk. Hava olarak soğuk. Ve bulunduğum yarım kürenin en soğuk döneminde aynı yarım kürenin en sıcak yerlerinden birinde olacağım. Tanıştığımıza bir kez daha memnun oldum. Bir de müzik arıyorum ben; kulağıma iyi gelen her müziği.

Sözlerimi tükettim ve yenileri de gelmeyecek. Beklediğim için biliyorum. Ayrıca kelimelerimi az biraz tanıyorum. Şimdi veda ediyorum, elbet bir zaman sırtımı tekrar paslandırırım.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Ensem Pişiyor

diri kalabalık ve inatçı bir sıcak ve güneşe tüm dünyadan daha bir yakınmış gibi bir istanbul o kadar rahatsız edici ki bir kaşık yoğurt yemek bile bir kazan dolusu yemek yemişsin gibi hissettiriyor soğuk bir yağmur istiyorum bir şeyin uzun süre kesintisiz sürmesini sevmiyorum bu bunaltıcı bu bunatıcı gündüzler ve insanı oyalamaktan başki bir şeyi beceremeyen geceler keyfimi kaçırıyor kesiliyorum hatta nefesim kesiliyor bedenim kesiliyor aklım kesiliyor iradem kesiliyor teker makas darbeleriyle çat çat kesiliyor kesilen yerlerden elektrik kıvılcımları çıkıyor algım şimdiki zamana takılıp kalmış olsa gerek yordukça yoruyorum çünkü her yerde bir yor var bazen iki saat sonrasını düşünmek gelse de içimden düşünemiyorum burnumun ucunda bir kaşıntı ve aklımdan bir türlü çıkaramadığım ama artık olmaması gereken varlıklar var bakmayın ben olarak yaşamak belirli bir yetkinliğe sahip olmayı gerektiriyor bir uzmanlık alanı bile diyebilirim tıpkı elektrikçi ya da terzi olmak gibi daha akıllandığım günlere girmemiştim beni hep son saniyede yaşamaya alıştırdılar biz yedi sekiz kişilik bir güruh hep o son saniyede yaşıyoruz ben şimdi o son saniyede alınan bir kararla gidiyorum artık ne zaman dönerim bilmiyorum sizle ali kırca usulü vedalaşıyorum arkada güzel güzel piyano çalıyor

27 Nisan 2017 Perşembe

Sırtım Duvardayken

ellerimde elimin derisinde gezinen bir his var gözlerimin altında uyuklayan bir varlık var soğukla sıcağın berabere kaldığı bir odada semavi sayılabilecek bir müziği örttüm üstüme ve sadece oturuyorum sadece var oluyorum bazen bu kadarı yeterlidir bazen bu kadarı ihtiyaç duyduğun her şeydir etrafımda akan dünya furbol ve oyun ve yolculuk ve başka bir yığın şeyle dolu ama ben sanki dışarıdan bir akvaryumun içine bakar gibiyim gürültü had safhada ama ben sağır gibiyim sadece o semavi müzik bir şarkıda vardı baba ben ermiş miyem diye soruyordu şarkıcı daha çok daha fazla şeyler söylüyordu aynı şarkıda yüzüm güleçtir benim der aynı şarkıcı benim de aklıma güleç bir arkadaşım gelir dünyanın en soğuk günü gelir demirciköy semti gelir gözyaşları gelir dilim tutulur düşüncelerimin dizginlerini kaybederim bazen insanın gönlünde görünmez bir el bir dal sigara söndürür öyle bir acı hissedersin yani hele sigarayla alakan yoksa bu daha da kötüdür çok nadiren dünyayı bir yağlıboya tabloymuuş gibi görürsün doğa ananın özel müzesinden içeri bir adım atarsın ve tarifi mümkünsüz bir güzellik çıkar karşına yani bu hayat devirdaim eden bir yazı turaya yakındır en çok bazen döne havada bazen düşer bir avuca bazen yazı dersin tura gelir hatta bazen tura dersin mesela ama dik gelir hayatın veya kaderin öyle şerefsiz bir tarafı da vardır düzensiz aralıklarla dalga geçer insanla etrafımızdaki her şeyi anlamıyoruz anlamaya çalışıyoruz ama anladığımızla asla yetinmiyoruz aslında iyi bir şey ama anladığımızı da yanlış anlayınca her şey olumsuz bir hal alıyor oysa biraz boşvermiş bilgeliğe sahip olsak hepimiz en azından ufak bir miktar o kadar çok sıkıntının üstesinden geleceğiz ki dönüp ardımıza bakınca biz de inanamayacağız neyse şu an kalabalıkları fazla düşünecek bir ruh halinde değilim daha çok emekli ruh halindeyim ben tekli koltuğuma çömüyorum tarih programı izlerken beni rahatsız etmeyin

8 Nisan 2017 Cumartesi

Tozdan Heykel

bu sefer kağıt ve kalem istiyordum aslında ama düşününce yavaş geldiler bana şu an emek istemiyorum sabır ve ödül istemiyorum sadece eylemi gerçekleştirmek istiyorum hareket istiyorum belki de en çok ritim istiyorum hayatta sadece bir açıdan bakmanın ya da az sayıda açıdan bakmanın çok yazık olacağı kadar çok şey var dolu dolu bir dünyada yaşıyoruz o yüzden ben de değiştirebildiğim kadar çok açı değiştirmeye çalışıyorum gezinmeye çalışıyorum arada bir kafayı bulandırmak olağandan deliceye geçmek iyi geliyor insana en azından bana herkesle ya da daha doğru tabirle çoğunlukla benzer olduğumu düşünmüyorum bu seferim müzikle beslenen bir sever oluyor son notalar vurulduktan sonra devam eder miyim bilmiyorum belki de daha tiyatral bir şeyler kurgulamalıyım bir tirad veya monolog boşluğa konuşur gibi jestleri ve mimikleri bırakmadan rahatça kendimi bir akışa bırakarak belki de kendimi birkaç günlüğüne bir ormana veya bir sahile atmalıyım biraz toprağa dokunmalı biraz denize girmeliyim denemeden bilemem tedaviyi denemeden ilacın faydasını göremem bazen bir yıla yetecek kadar dolu hisler birkaç kelimeyle saçma sapan bir şekilde atılır bünyeden ve her şey heba olur bir kap dolusu kek hamurunu yere dökmeye benzer ince bir keyifsizlik bırakır insanın ardında ayrıca bizim insanlarımız neden bazı durumları türkçe yerine yabancı kelimelerle ifade etmeyi daha tatmin edici buluyor hayır türkçe de gayet güzel ve tatmin edici bir dil insan bazen iki veya daha çok duyguyu bir arada yaşayabiliyor kanlı canlı bir çelişkiye dönüşebiliyor hatta zıt duyguları aynı anda yaşayarak ne bileyim diyerek keskin bir şekilde ortadan ikiye böler gibi kesmek istiyorum yazdıklarımı öncesi sonrası diye bazen olağan ve sıkıcı renkli ve heyecanlı olarak hayat buluyor birkaç dakikalığına özel bir şeyler oluyor bunları kaçırmamak lazım bir gün içerisinde insanın açısının ne kadar değişebildiği inanılmaz bir şey akıl alır gibi değil bazen hayatındaki her şey garip geliyor insana o kadar da çok insan dedim ki bilmem motivasyonum kayboldu disiplinimle birlikte şu son sözlerimin bir manası yok bırakalım bazı şeyler de dağılsın ufalsın yok olsun kendi kendine

10 Mart 2017 Cuma

11'inci Hücre

Sene 2007, nerden baksan 10 sene olmuş. O zamanlar oraya atanalı kaç, bir 3 sene olmuştu herhalde. Müdür talimat vermişti, 11'inci hücredeki mahkumu salıyoruz acilen diye. O hücre dolu muydu müdürüm demiştim hatta, çünkü tecrit hücreleri genelde boş olur, öyle kolay kolay adam atmazlar oralara. Çok soru sorma demişti bana, darbe yıllarından siyasi bir herif işte, sen çıkar demişti. Darbe mevzusu hortlamıştı da aklanma çabaları oluyordu bunun gibi. Başa gelen çekilir dedim, emirdir dedim gittim hücrenin başına.

Hapishanenin o kanadı da tesisin en eski kanadı, 3-5 kişinin baktığı, pis, loş, soğuk bir yer. Tecrit hücrelerinin koridora bir girdim, in cin top oynuyor. Böyle garip, böyle tekinsiz bir yer. Ben B Blok'a bakardım; tecrit kanadını görünce kendime Allah belamı versin bir daha benim bloktan şikayet edersem demiştim. Adımlarım gümbürdeye gümbürdeye yürüdüm, geçtim 11'inci hücrenin karşısına. Tam kapıyı açacağım bir viyaklama duydum. Yan hücreden geldiğini anlayınca sesin çok da önemsemedim ama dönüp o kapıya bakmış bulundum bir kere. 12 numara, son hücreydi o, kapısında hala kan lekeleri duruyor. Tövbe çektim bir, açtım kapıyı 11'in.

Cılızdı hücrenin içine giren ışık, o yüzden ilk başta güç bela gördüm adamı. Zaten koca kanatta insanı huzursuz etmeyen hiçbir şey yoktu, o adam da doğal olarak bir değişikti. İki büklüm yatıyordu yerde bir köşede. Birader kalk ayağa diye seslendim, cevap falan yok. Hiç tepki yok. Birader kalksana dedim daha yüksek sesle, bir hırıltı çıktı ağzından. Baktım olacak gibi değil, mahkum kalk diye bağırdım. He hö bir sesler çıkardı, güç bela kalktı ayağa, gerçi halinden tavrından anladığım kadarıyla acele ediyordu, ama işte mecali mi yoktu nedir uzun sürdü.

Çık dışarı dedim. Yerinden kıpırdamadı. Çık dedim sertçe, ağır adımlar attı dışarı. Adamın üstüne ışık vurunca önce o afalladı, ardından ben. Elemanın kafasına 3 tel saç, sakal desen kuş yuvası gibi, bedeni bir yamuk böyle, çarpık çurpuk. Bacak sakat, eller titrek falan. Ağzında diş kalmamış. Gördüm bunu bir tuhaf oldum. O da beni gördü bir tuhaf oldu. Gördüğünden emin değilim gerçi, çünkü adam bana bakıyor ama boş bakıyor, anlamadan bakıyor. Gözlerinde hiçbir şey kalmamış adamın, ceset olsa böyle bakar. Buna dedim işte, kardeş beni takip et diye, hırladı. Sesi de bir boğuk, bir kısık böyle. İki adım attım, takip etmedi önce. Yürü dedim, gene bir hırıltı çıkardı. Biraz ileri gittim, gelsene lan diye bağırdım gelmediğini görünce, he gibi bişey dedi yürümeye başladı. Çıkıyorsun dedim, mapusluk bitti dedim buna.

O görüntüyü silemedim hala kafamdan. Bana bir baktı ki gözlerinden hiçbir şey okunmuyor. Yok yani, bir mana yok. Ağzı bir oynadı ama gülüyor mu, ağlıyor mu, sinirlendi mi belli olmuyor. Suratı bir garip çarpıldı böyle, kalakaldı. Ses yok, sada yok, tepki yok. Bomboş. Bakıştık öyle. Sonra dayanamadım yürümeye başladım, o da beni takip etti. Tasfiyeyle ilgilenen arkadaşa teslim edince bu adamı avluya çıktım, yaslandım duvara oturdum yere. Bir süre kaldım öyle.

O olayın üstüne bir 5 sene daha gardiyanlık yaptım. Sonra canıma tak etti, gittim istifa ettim, eldeki bir miktar parayla büfe açtım. Neden istifa ettim diye düşündüm, gardiyanlık yapardım daha çünkü, yaşım gençti, terfi falan da almıştım. Galiba o adam yüzünden. Dile kolay, 26-27 yıl tecritte kalmış adam. Yalnızlıktan, karanlıktan, acıdan, işkenceden, korkudan tükenmiş, hayattayken ölmüş. Herhalde ondan sonra bir yalnızlık korkusu sardı beni, acı çekme korkusu sardı. Bu dünyada böyle insanların da olduğunu fark edince ister istemez değişiyor insan. O yüzden çok da kafana takma, seninki öyle dert falan değil. Gelir geçer. Allah sonunu o garibana benzetmesin, gerisine şükür.

24 Şubat 2017 Cuma

Yıldızlı Siyah İçi Yargılar Ve Kavramlar

Sembolizme kafam basmaz. Kendimi ya da başka herhangi bir şeyi dolaylı yoldan ifade edemiyorum. Halihazırda fazla yontulmamış bir adam olduğumu düşünürseniz alengirli ifadelerle aramdaki mesafe ciddi anlamda mana kazanır. Öte yandan serbest çağırışım konusunda başarılıyım. Şu an bile mesela kafamda pembe bulutlar içinde doğan bir güneş ve o güneşin içinde kopkoyu lacivertlikte bir deniz görebiliyorum.

Görmek demişken, algılarımıza fazla yük bindiriyoruz. Bu yüzden de gerçekten göremiyoruz. Gerçekten duyamıyoruz. Kendi içimizde, fikirlerimizde, inançlarımızda fazla kayboluyoruz. Tavsiye alan kalmadı bu dünyada.

Zahmetsiz iletişim diye bir kavram var, zahmetsiz dostluğun bir tık daha geneli. İki insan arasında, sonucunda yorgun çıkmadığın, doğal bir akış içerisinde ilerlediğin bir iletişim türü var. Her zaman başına gelmez, fakat değerli. Zahmetsiz iletişimi ne kadar sık yapabilirsen, o kadar kendine faydası olur. Zaten çok kavga ettiğimiz, çok uğraştığımız bir dönemdeyiz, zahmetsiz iletişim böyle bir dünyada çok değerli. Bu dünyada emeksiz, mücadelesiz bir dönem olmadı; fakat hem fiziksel hem de zihinsel yoğunluğun bu kadar zirveye çıktığı bir çağ yaşamamıştı insanoğlu. Bazen kavgamı sadece toprakla vereceğim dönemlerde yaşamam gerekiyordu diyorum kendime.

Yerkürede manevi bir çekim alanı yok. İnsanın ruhu boşlukta sallanıyor. Çağımızın deliliğinin bir sonucu olarak insanın iç dünyasının bir temeli yok. Tutunacak bir dalı yok. Ne yaparsan kendine yapıyorsun ve bazen hiç yol almıyorsun.

Klişe, genelgeçer sözler kullanıyorumdur eminim. Tekrarın çok geçerli bir öğrenme yolu olduğu barizken ben de biraz hep aynı şeyleri söylüyor olabilirim, bu hakka sahibim. Belki de sizlerden çok kendim için yapıyorumdur bunu. Halihazırda sizler için değil kendim için yazıyorken çok mümkün.

Bütün dünya olarak bir şeyler arıyoruz. Hepimizin içinde bu var. Arıyoruz ve bulamıyoruz çünkü ne aradığımızı bilmiyoruz ve keyfimiz kaçıyor bu yüzden hatalar yapıyoruz ve vakit kaybediyoruz ardından harcadığımız vaktin pişmalığını duyuyoruz ve değişmek istiyoruz bu yüzden bir şeyler arıyoruz ve döngüde en başa dönüyoruz. Döngü içinde yaşadığın müddetçe ileri gidemezsin. İsteyen kağıt kalemle denesin bunu.

Yine de yaşamamızın, yaşamlarımızın bir anlamı var. Anlamın kendisi önemli değil. Varlığı yeter o anlamın. O anlama tutunmaya devam edin yeter. Hepinize teşekkürler.

10 Şubat 2017 Cuma

Yabancı Rak Şarkısı Giriş Notalarının Tezahürü

Kendi içimde sükunet buldum uzun zaman boyunca kendimi sükunetten mahrum bıraktıktan, sükunete olan ihtiyacımı inkar ettikten sonra. Gerilim, telaş, yorgunluk ve öfkeden uzaklaştırabildim kendimi. Ve nihayet huzur bulmak bir açıklık getirdi bana. Son günlerimde aydınlandım kendi içimde, her ne kadar savaşa ya da açlığa ya da ölüme çare bulamadıysam da kendim hakkımda bir kez daha bir şeyler öğrenebildim.

Yine de bütün sorunlarım çözülmedi. İçinde yaşamaya çalıştığım bazı yalanlar hala orada duruyor. Engellerim hala orada duruyor. Yol ayrımları hala orada duruyor. Ama artık daha rahat yürüyorum, artık vücudum gergin değil, aklım gergin değil. Sadece ruhumdaki gerilimden sıyrılamadım. Ruhumu da rahatlatacağım zaman gelecek ama, biliyorum.

Yardım istemiyorum. İçinizdeki düşmanları yenmenin tek yolu onları yalnız başınıza yenmenizdir. Benim adıma yendiğiniz her düşmanım, her bana karşı olan suretim dönüp dolaşıp yine beni bulacaktır. Bedelsiz zafer olmaz. Bazı zaferler cesarete ihtiyaç olmadan kazanılır. Bazı zaferler ortada korkulacak bir şeyler yokken kazanılır. Çözülmeyen sorunlarım arasında cesaretimin üstüne çıkamamak da var.

Çok yavaş dönen bir atlı karınca gibi görüşlerimin, inançlarımın, hislerimin, düşüncelerimin oluşturduğu bir çemberin içinde dönüyorum. Bunda yanlış bir şey olduğuna inanmıyorum ve durum sağlıksız bir seviyede değil, ama yorucu. Hayatında bir şeyler garanti, fakat hangileri ne zaman garanti belli değil. Zor bir durum, hatta paradoksal.

Kendime yabancılaşmıştım, kendimi sorguluyordum. Belki de başımıza gelebilecek en kötü şeyler arasındadır kendimize yabancılaşmak. Belki de değildir. Yeri, zamanı önemli, hatta sebebi en önemli. Hayatımızda kesin doğrularımız ve kesin yanlışlarımız olmayacak. Bunu daha önce detaylı açıklamıştım, o yüzden konuyu kapsamlı ele almayacağım şimdi.

Yarının bana neler getireceğini sadece tahmin edebilirim. Yarınlarım bana bir süre gerçekten mutluluk getirmeyecek gibi geliyor bana. Savaşmadan kazanmak yok bu hayatta.

Büyük büyük konuşmayı da sevmiyorum aslında. Sadece şuraya yazdıklarımı takip etseniz çelişkiler alır başını gider. Ben bunu insan olmanın bir parçası sayıyorum gene de. Bizi biz yapan şeylerin karmaşık ve kapsamlı olmasının bir sonucu olduğunu düşünüyorum çelişkilerin. Çelişkiler, hatalar, yanlışlar, bozukluklar zaten bizi ilginç kılan.

Düşünmeden hareket ederken düşünecek çok şey biriktirmişim. Ve şimdi çok düşünüyorum. Sonucunda asla düşündüklerime yetişemiyor kelimelerim. Ben şimdi düşünmeme geri dönmek istiyorum. Size de aynısını tavsiye ederim.

25 Ocak 2017 Çarşamba

Pes Edeceğimi Mi Sandınız

galiba deliriyorum ciddi anlamda deliriyorum bir çizginin ancak iki ucunda durabiliyormuş gibiyim sanki ya uzay boşluğunda süzülmeliyim ya da seksenlerde çekilen conan filminin o açılış sekansındaki gibi aynı değirmeni sonsuza kadar döndürmeliyim bileklerimde prangalarla takıntılara yüzleşmelere kavgalara uöukluklara öfkeye hırsa yorgunluğa endişeye hatta korkuya ve mağlubiyete ev sahipliği yapan bir zihnim var ve bu ciddi bir sorun beni bir kulübeye falan kapatsanız ya ormanlık bir alanda medeniyet denen bu tek dişi kalmış canavardan uzakta odunculuk yaparak bulsam yolumu ellerimle kazansam hayatımı çünkü gerçekten zevk aldığım bir şey varsa ellerimle iş yapmak o da yazmak bir zevk işi değil benim için aklımla iş yapmak zevk değil bu bir dürtü bir histeri krizi söylesenize bana kendimi kaç parçaya bölebilirim kaç işe birden koşabilirim sürekli saldırmak mı benim kaderim hep kavga hep mücadele ve taşı ve yüklen gerçekten hep böyle mi olacak eğer böyle olacaksa vahşi olmam neden yasak önüme bir dağ koyup elime bir kaşık tutuşturup bir tünel kaz diyorsunuz yapmasam diyorum öyle bir seçenek yok diyorsunuz neden diyorum sorma diyorsunuz ve elimde kaşık işe başlıyorum zamanla kafam uyuşuyor hareketlerim otomaktik bir hal alıyor ve öyle devam ediyor düzenli ama ruhsuz ve uyku dolu şu aralar uyanmak için özel bir sebebim yok sadece sonsuza kadar uyuyamayacağım için uyanıyorum ve aynı yolu tekrar tekrar gidiyorum hayatımın kırılma noktasında paramparça oldum ben kaç farklı düşmanla savaşabilir bir insan kaç farklı okyanusu yüzerek geçebilir kaç düşüşten sonra kalkamayacak hale gelicem ama yok bütün bu sorular cevapsız kalacak ve ben devam edeceğim mecburiyetten ve düş ve kalk ve yürü ve yürü hep yürü bir omzunda aileni taşı yürü bir omzunda geleceğini taşı yürü bir omzunda arkadaşlarını taşı yürü bir omzunda sevgilini taşı yürü bir omzunda özgürlüğünü taşı yürü bir omzunda sorumluluklarını taşı yürü bir omzunda duygularını taşı yürü bir omzunda hayallerini taşı yürü bir omzunda ihtiyaçlarını taşı yürü ve bir omzunda da keyiflerini taşı yürü kaç omuz oldu saydınız mı ben saymadım çünkü her işe koşmaktan ayak tabanlarım eridi gitti öldüğümde artık karşıma her kim çıkıyorsa soracağım beni yıkmak için kaç darbe gerekti kaç sefer düştüm ve kalktım kaç sefer gerçekten yenildim kaç sefer galibiyete yaklaştım ve kaç sefer gerçekten bir şeyler kazandım kör dövüşündeki toplam skorum kaç bütün bunların yanında şikayet etmeye de pek hak vermiyorum kendime çünkü neler görüyorum bu gözlerle bakın çok az kişinin iyi adamıyım bu dünyada fakat iyi kötü bir vicdanım var ve zaten ne kavgam bitti ne sevdam dememe hep bir sonraki adımı atmama şikayet etsem de hiç pes etmememe o vicdan sebep oluyor çünkü ben bitti demeden bitmeyecek varoluşcu düşünce işte ben ne yaparsam o olacak bütün insanlık temelinde herküldür on iki kere on iki kere on iki kere on iki kere on iki kere on iki kere on iki görevi yerine getirir bir şekilde yerine getirir ben de getirdim getiriyorum ve getireceğim fakat ben bunu ellerimle yapmak istiyorum bulmacalar çözerek değil satranç oynarak değil o oraya bu buraya ki şunlar şunlar olsun ordan düşen bilmem neyi öteye tak berisini al falan bunu istemiyorum kazıya kazıya ilerlemek istiyorum duvar varsa duvarı yumruklamak ve öyle aşmak istiyorum bıktım çünkü şu medeni yollarınızdan bıktım sebepsiz karmaşanızdan bıktım yetti canıma tak etti doğama dönmek istiyorum vura kıra ilerlemek istiyorum zor olsun ama doğrudan olsun her şey istiyorum ben devlet dairesinde değil düelloda halletmek istiyorum meselelerimi çok sıkıldım söylemek istediğim şey bu sürekli sağa sola dümen kırmaktan çok sıkıldım dümdüz ilerlemek istiyorum o kadar çok mu şey istiyorum basitlik istiyorum yumak değil çizgi istiyorum yeter artık yeter yardım gerektirmeyen işler istiyorum hepinizden çok sıkıldım her şeyden çok sıkıldım sadece beni bırakın da yürüyeyim kendi yolumda frank sinatra ya da athena gibi de değil red kit gibi de değil sadece kendim gibi kendi yolumda yürüyeyim lütfen ama lütfen yalvaracak durumdayım kendi yolumda yürüyeyim bırakın beni rahat bırakın beni yalnız bırakın beni bir başıma bırakın beni

6 Ocak 2017 Cuma

Sağ Yerine Sarışın, Sol Yerine Kukla

Hayatlarımızı saniye saniye yaşarız. Kararlarımızı saniye saniye veririz ve saniye saniye inşa ederiz. Sonuçlarımızı kümülatif bir biçimde belirsiz bir süre sonra elde ederiz. Yönümüzü kırılma anlarıyla değiştiririz. Her saniye ayrı bir kuvvet gerektirir. Bebeklik arkamızda kalınca, yürümek bize artık zahmetsiz gelir zannederiz çünkü artık fiziksel bir zorluk yoktur ortada, fakat manevi olarak her adım güç ve dirayet ister. Adım adım ilerleriz, her seferde bir adım. Her seferde bir birim mesafe. Üçyüz altmış derece içerisinde istediğimiz yöne gidebiliriz. Kürenin içinde istediğimiz tarafa ilerleyebilir, istediğimiz noktada bekleyebiliriz. Her adımını sağlam zemine atamazsın. Her yolda istediğin yere varamazsın. Her yoldan geri dönemezsin. Her sokak birbirine bağlı değildir. Eğer istersen sürekli aynı yönde ya da aynı hızda ilerleyebilirsin, eğer istersen sürekli aynı bölgeyi yürüyebilirsin. Ama hata edersin.

Kendini çizebilirsin. Kendini süsleyebilirsin. İçini istediğin şeyle doldurabilirsin. Kendine istediğin kalıbı verebilirsin. Kendine sürekli aynı kalıbı verebilirsin. Kendini bırakabilirsin başkaları seni çizsin, ki burada da hata edersin. Kendini çizerken yarı yolda stil değiştirebilirsin, çizimine ilüzyon katabilirsin, aslının görünmeyeceği kadar süse boğabilirsin kendini, kalıbını senin seçtiğin malzemeyle değil de dışarıdan sana verilenlerle doldurabilirsin. Yine hata edersin.

Şu an bunları sana fısıldayarak anlatıyormuşum gibi davranabilirsin. Kafandan geçenleri istediğin mizansenle süsleyebilirsin. Gördüklerini kafanın içinde değiştirebilirsin. Gerçekliğe kendi yorumunu katabilirsin. Gerçeklerden kaçabilir, gerçekleri hayallerine göre eğip bükmeyi deneyebilirsin. Başarılı olamazsın.

Derin bir nefes alırsın. Sessizliğin içinde, kendine konuşan tek ses olursun. Zamana bir kitap ayracı koyarsın. İhtiyaçlarını giderirsin. Hayatının resmi zabıtında sayfa değiştirirsin. Yeni güne yeni oyun kurarsın. Ya da önceki geceyi uzatır, yarım kalanları nihayete erdirirsin. Seçim yaparsın. Hayatına biraz kesinlik katarsın. Belki hata yaparsın. Ama bir şey yaparsın. Kendi kalıbının üstünde çalışırsın. Biçimlenirsin. Kesinlik kazanırsın.

Gördüklerin, yaşadıkların, duydukların seni yontar. Yönünü etkiler. Bundan kaçmazsın, bundan destek alırsın. Bunu kullanırsın. Katkısını alırsın.

Her şeye hissetmekle başlarsın. Çok doğru olmasa da, neler hissedeceğini kısmen seçebilirsin. Bu seçimi neler hissetmeyeceğini kısmen seçerek yaparsın. Her zaman başarılı olamazsın. Bazen hissederek, bazen hissetmeyerek hata yaparsın. İlla bir şeyler hissedersin. Hissizlik de, boşluk da hissedilebilir. Hissetmek bir yanıyla güç ister, bir yanıyla hiç güç istemez. Hissetmek bir yanıyla garip, bir yanıyla olağandır. Hissetmek her şeyi içinde barındırır.

Tanımlar kesin değildir. İnanışlar kesin değildir. Bazen gerçekler bile kesin değildir. Yürüdüğün sürece kesinlik yoktur. Kesinlik hiçbir zaman yüzde yüze ulaşmaz. Her zaman bir zıtlık payı vardır. Küçük ya da büyük, o zıtlık payı oradadır. Okuduğunda doğu anlayışı sezebilirsin mesela, ama pekala batı anlayışı da olabilir. Zıtlık payının en az olduğu yön kavramı doğunun sağ elinin sağından itibaren olduğu, batının da sol elinin solundan itibaren olduğudur. Fakat her ne kadar saçma gelse de bizden öncekiler sağ yerine sarışın, sol yerine de kukla kelimelerini seçselerdi tanım olarak, sağına sarışın, soluna kukla diyecektin. Kesinlik asla yüzde yüz değildir. Bu cümle paradoks içerir. Bütün hayat paradoks içerir.

Görüşün her zaman açık olmaz. Bazen yolu seçemezsin. Bazen yönden emin olamazsın. Bazen adımlarını takip edemezsin. Bazen kaybolursun. Bunlar dalga üstünde ilerlediğin için olur; yukarı ve aşağı. Daha doğrusu bir yönden bir yöne. Biri iyi ve biri kötü. Veya biri idare edeceğin türden ve diğeri seni başka bir başlangıca götüren türden. İyi ve kötü de sorgulanabilir. Sorgulamak yeni bir şey değildir, hele iyiyi ve kötüyü sorgulamak asla yeni bir şey değildir. Emin olabileceğin şey bazı şeyleri asla bilemeyeceğindir.

Bazen müzik yokken müzik duyarsın. Bazen ihtişam ararsın ve klasik müzik duyarsın. Bazen sükunet ararsın ve reggae duyarsın. Bazen acı duyarsın ve halk müziği duyarsın. Bazen mutlu olursun ve rock müzik duyarsın. Veya pop müzik duyarsın. Hangi müziği duyacağın sana kalmış.

Sana dair her şey, sana kalmış. Gerisi kümülatif bir biçimde oluşuyor.